BIST 9.923
DOLAR 32,44
EURO 34,81
ALTIN 2.446,94

2019’da, Konservatuarlar’ın güncel durumu nasıl?…

Ülkemizde konservatuar sayısı 47,GSF Müzik Bölümü 15, GSE Müzik Eğitimi ABD 25 oldu. %70’inde Türk müziği eğitimi de yapılmaya başlandı.

Bu, bir gelişme mi? derseniz, hayır diyeceğim. Çünkü; kurmak kolay (3 Dr.Öğr.Üy. buldunuz mu tamam) devam ettirmek, kaliteyi yakalamak zordur.

Çoğu konservatuar “akademik kadro sıkıntısı” çekiyor.

Bazı konservatuarlarda, yönetmeliklere rağmen, alanı müzik lisansı olmayan akademisyenler (Dr.Öğr.Üy.,Doç.,Prof.) çoğalıyor...

Batı müziği eğitimi yapanlar rahat, çükü metotları/kitapları/bestekar hayatları v.b. hazır/dışardan geliyor.

Her çalgının yüzlerce metodu, orkestra için yazılmış  partileri var..

Türk müziğinde ise; yayın/kitap eksiği, basılmış ders notları hala ortada yok!..

Yabancı dil barajı; “sanatta üretimi” gölgeliyor ve “yabancı dil bilen” ama alanında “zayıf kişiler” unvan alıyor. Bu da, gelişme olarak sunuluyor.

Bunu söyleyince, bir kesim “yabancı dil bilmeyen akademisyen olamaz” diye karşı çıkıyor. Tamam da yabancı dil bilen de; keman/bağlama/piyano çalamıyor?

Ne olacak şimdi?

Biz, yabancı dil olmasın demiyoruz, sadece;  Y.Dil (%60-70)+ Bilim/Sanat(%40-30)= 70 puan olsun diyoruz. Zaten, her sanatçı arkadaşımın kendine/alanına yeten “yabancı dili” var, ayrıca her sanatçı “yurt dışına çıkacak” diye bir konu da yok!..

Üst makama çıkan, alt unvanlarla aradaki merdiveni kaldırıyor!..

Sn.Cumhurbaşkanımız, son Sn.Başbakanımız, Sn.Meclis Başkanımız ve  Sn.Bakanlarımızın çoğunun yabancı dili yetersiz, başarılı olamıyorlar mı?

Söylemek istediğimiz bu!..

Müzik alanının sorunu olan ve sıkça dillendirilen; “yayınsız, kitapsız, ders notları olmayan” unvanlı akademisyenlerle  bir adım atmak mümkün değil!..

Artık, YÖK kriterlerine göre “puan alacak çalışmalar” yapılmakta, eğitim-öğretim “teferruat” olarak kalmaktadır.

Konservatuar akademisyenlerinde yayın çok az. Olanlarda da; doğru “Müzik Terminolojisi” yok, doğru “Türkçe kullanımı” yok, “Noktalama işaretleri” yok, cümlelerde/paragraflarda “anlam bütünlüğü” yok, “cümle düşüklükleri” çok, “yeni bir tanım-konu-buluş-tez” yok, “kendi görüşü”  yok…

“Notalarla doldurulmuş” sayfalarla “yayınım var”, kes-kopyala-yapıştır ile “bildirim var” denilmektedir.

Örneğimiz, 2 müzik akademisyeninin yazdığı kitaptan! (Kadın ve Müzik) bir paragraf; “Kadın sanatçılar da diğer kadınlar gibi bir yandan çeşitli sınırlamalar, ikincilleştirmeler vb. ile kuşatılmış, aynı zamanda bu sınırlamaları önemli ölçüde içselletirmişlerdir…”

Nasıl Türkçe cümle kuruluşu? Ne anladınız? Söze gerek var mı?

Biri Prof., diğeri Dr.Öğr.Üy., ki Prof. olana -öbür dünyaya intikal ettiği halde- söz söyleyen yanıyor!..O derece!..

Sürekli “kadın ve cinsellik” ile uğraşan, mobbingleri le ünlü aynı Prof.un, Doç. iken yazdığı kitaptan (Osmanlı Mûsikîsi ve Kadın); “Dünya müziklerini kültürel ve disiplinlerarası bir anlayışla değerlendirmek, Etnomüzikolojinin yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte gelişti. Müziğin farklı alanlarını ilgilendiren çalışmaların yaygınlaşması ile de dünya müzik kültürleri içinde yeni bir başlık olarak ele alınan "müzikte cinsiyet" ve özellikle de "müzik ve kadın" konusu, popüler bir hale geldi. Osmanlı dönemi mûsîki hayatı içinde kadının rolünü belirleyen çalışmalar da bu çerçevede, yeni bir araştırma alanı olarak önem kazandı.” Bu paragrafta anlam bütünlüğü var mı? Ayrıca “Musıki” yazılmalı.

Ve, içerikte yazılanın aksine, hiçte öyle olmadı; “müzik ve kadın", “müzikte cinsiyet"  konusu,2019’da bile; popüler bir hale gelmedi, yeni bir başlık olmadı, önem kazanmadı!.. Çünkü, bilimdeki/sanattaki üretime; kadın-erkek diye, “cinsiyetçi bir yaklaşımla” hiç bakılmadı. Cinsellik konusu sadece ayrıntı..

Ve son nokta: DİB Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Huriye Martı; “Prof. Dr. Martı, toplumumuzda cinsiyetçi  bir yaklaşım olduğunu iddia ederek “Cinsiyetçi önyargıları kırmak istiyoruz. Irkçılık ne kadar zehirliyse, ne kadar bölücü, parçalayıcı ve ne kadar toplumu yıpratıcı ise cinsiyetçiliğin de aynı şekilde toplum için ‘zehirli bir ok’ olduğunu anlatmaya çalışmak istiyoruz” (Milli Gazete/03.06.2019)

Bu yayınlar nasıl editörden geçmiş, insan şaşırıyor. Ve, bu yayınlarla Doç./Prof. olunuyor ve sonra jürilere girip, başka akademisyenler değerlendiriliyor.

“Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince” de yanlışlar devam ediyor… “Unvanlar geldi, sanat/müzik gitti” sözü, müzik kurumlarında yaygınlaştı.

Yazık!...

Bir akademisyenin, “birbirinden  farklı” bir çok derse girdiği durumda, verim almak mümkün değildir.

İdareci sanatçı-akademisyenlerin; kendini pazarlama/tanıtma, program değiştirme, yurt içine-dışına proje-gezi ayarlama, kendine ders açma (özellikle Y.L./Dr./Sy.)  merakı, bir üst göreve atlama düşüncesi ile ilerleme sağlanamıyor…

Bu kafa ve düşünce yapısı ile, Konservatuarlar'ın Fakülteleşmesi'ni düşünmekte çözüm değil, sadece idareci “Müdür” değil, “Dekan" olacak, yani daha havalı!

Ya; etiklik, üretim, kalite?

İdareci sanatçı akademisyenlerin;

Kötü huylarını makama yayarak, diğer arkadaşlarını "ötekileştirmesi" ile “kurum içi birlik/akademik barış” sağlanamıyor.

İdareci sanatçı akademisyenlerin; "mobbingleri" sanatı/üretimi gölgeliyor.

"Kurumlararası  yazışmalarda yapılan hatalar/eksiklikler”  kurumları zayıflatıyor.

Konservartuarlar kurulurken, sürekli birbirini kopyalıyor. Oysa kurulacak üniversite-il-ilçe-yöre çok önemlidir.

Hepsi birbirinin aynı olan konservatuarların farkı nasıl olacak?

Sorarsanız her müdür “çok başarılı”; hiç vakitleri yok, çok çalışıyorlar, sanki konservatuarda daha önce bir şey yapılmamış, sorunlar sadece yeni müdürün üstüne kalmış!..

Çünkü, başarıyı “ölçme değerlendirme” yok!..

Müdürler siyasetçiler gibi; “eleştiri mümkün değil”, yağdanlıklar/sessizler yanlarında veya kurullarda…

Komik!..

Oysa, butik konservatuarlar olsa, yöreye özgü bölümler açılsa, o alanlarda iddialı ve isim olunsa, daha iyi olmaz mı?

“Olur” diyorsunuz, peki çok mu zor?

“Kes-kopyala-yapıştıra” alışmış akademisyenden de, böyle düşünceye/çalışmaya dayalı zor işler istememek/beklememek gerekli!..

Yan gelip yatmak, keyfini sürmek, bir üst göreve hazırlanmak varken, yukarıya, sorun-mesele götürmekte neyin nesi?

Benimki de laf yani!...

Eski kafayız!; “kişici” değil, “kurumcuyuz”, kusura bakılmasın!..