BIST 10.333
DOLAR 32,25
EURO 34,78
ALTIN 2.458,87

Yeni işlevsel proje

Batının bu alanlar ile kendi varlığı arasında var oluşsal bir ilişki kurması da son derece doğru bir okumadır. Çünkü:

Aralık 2010’da Tunus’ta Tarık el Tayyib Muhammed Buazizi adlı seyyar satıcının içinde bulunduğu yaşam koşullarına isyan edip kendini yakarak intihar etmesi üzerine başlayan Arap baharı bu coğrafya (orta doğu) ile ilgili oyun kurucu aktörlerin belki de tüm planlarını bozdu.

Peki nasıl bir plan vardı?

Batı için bu coğrafya üç temel özelliğinden dolayı asla ihmal edilmeye gelmez. Zira ihmal ettiklerinde kendi geleceklerini tehlikeye atmış olacaklarına inanıyorlar. Bunlardan birisi var olan İslam dinidir, birisi yer altı kaynaklarıdır bir diğeri de sosyolojik ilişki biçimidir.

Arap baharından önce bu üç temel faktör yani islam, yer altı kaynakları ve sosyoloji son derece eskilere dayanan bir politika ile kontrol edilip elde tutulmuştu. Hatta yakın gelecekte meydana gelebilecek olan değişimleri de kontrol edebilecek bir mekanizma da hep yedekte bulunduruluyordu.

Batının bu alanlar ile kendi varlığı arasında var oluşsal bir ilişki kurması da son derece doğru bir okumadır. Çünkü:

İslam, batıyı var eden temel felsefeye kaynaklık eden inancı hükümsüz hale getirdiği iddiasındadır ve bu konuda da onları umut kırıklığına uğratacak bayağı tarihsel bir tecrübe de mevcuttur. Ki İsrail ile kurulan derin ittifakın arkasında da bu konuda kendilerini destekleyecek bir güç olarak görülmesi vardır. Yahudilere karşı nasıl bir kin sahibi olduklarını anlatmaya gerek yok sanırım.

Batı, bugün sahip olduğu refahı yüksek katma değerli üretim ve tüketimle sağlamaktadır. Yüksek katma değerli üretimin elde edilmesine giden yol, düşük maliyetli üretimden, neredeyse bedavaya alınan ham maddeden, buradaki yer altı kaynaklarını elde tutmaktan geçmektedir.

Bir diğer konu da şudur ki Batı, eğer dünyada var olan toplumsal ilişki biçimlerini kendi ekseninde oluşan bir hiyerarşi ile konumlandırmazsa sahip olduğu bu egemen olma, muktedir pozisyonunu kaybedecektir.

İşte Arap baharı bu geleneksel kurguyu tehdit eden bir hareketlenmeye neden oldu.

Tehlikenin farkına varan Batı, yerli işbirlikçileri üzerinden yepyeni bir oyun kurmaya başladı.

Bu oyunun şu an görünen üç aktörü/kurgusu var. Bunların birisi DEAŞ, birisi Abdülfettah El Sisi ve birisi de Gülenizmdir.

DEAŞ üzerinden islamı, Sisi kurgusu ile toplumu ve Gülenizm üzerinden de sosyolojiyi kontrol etmeye devam etmek istiyorlar.

DEAŞ terörünü göstererek İslam’ın başka inançlar karşısında bir varlık gösteremeyeceğini, Sisi üzerinden ekonomik göç sahibi olmayanın bir hiç olduğunu ve Gülenizm üzerinden de dünyadaki iktidar hiyerarşisinde batının hep en üstte olduğunu göstermeye çalışıyorlar.

Dikkat edin, Gülenciler için hem gündelik hayat hem de dini düşünce ve siyasi tavır belirlemek için temel referans geleneksel değerler ya da kaynaklar değil batıdır, “anavatan”dır, Amerika’dır. Bundan dolayı da onlar için birleşmiş milletler binasında bir toplantı yapmak, New York Times’te bir makale yazmak cennetin kapısını açmakla eş değerdir.

Neo-Ergenecon tosuncuklarının “Cihadistlerin, radikallerin alternatifi biziz” derken gözlerindeki parıltıya dikkat edin.

DEAŞ’ın İslam’a karşı kurgulanmış çok özel bir operasyon olduğunun en açık kanıtı, PKK terör örgütünün bu alan üzerinden mütedeyyin Kürtleri dinden koparmak için çok özel bir kara propaganda yürütmüş olmasıdır.

DEAŞ üzerinden batı dünyadaki Müslümanları, PKK da Kürtleri kendi dinlerine, İslam’a düşman hale getirmeye çalışıyor.

DEAŞ’a katılmak üzere İngiltere’den Türkiye’ye gelen kızları Suriye’ye geçirenin Kanada’lı bir ajanı olması söz konusu örgütün ne kadar işlevsel olduğunu gösterir. Üstelik Kanada, siyasi ve diplomatik çevrelerde bu konularla hiç ilgilenmeyen bir ülke olarak bilinirdi. Emperyal hayalleri olmayan çoğulcu bir ülkeydi.