BIST 9.717
DOLAR 32,55
EURO 34,95
ALTIN 2.448,67

Uyku Kaçıran Kitaplar

Bir kez daha sürünerek kalkıyorum yataktan. Gözlerim yer çekiminin cazibesinde yitmek, ruhum uyku girdaplarında kaybolmak istiyor. Kitap tutmaktan ağrımış parmaklarım meşhur patatesli-biberli omletimi pişirmek için debeleniyor. Hasan, en sona kalan uçurtm

 

Saat sabahın ikisi. Yarı uyur yarı uyanık epeyce dönenip durduktan sonra yatakta pes ettim mesanenin ısrarlı basıncı karşısında. Uyuşuk uyuşuk kalkıp oturdum yatağın içine. Bir süre gözlerimi ovuşturup sıcak yataktan çıkmak için mücadele ettim kendimle. Yatağın başucunda ne zamandır okunma kuyruğunda bekleyen kitap çekti dikkatimi. Mavi ton üzerine işlenmiş kapağı, omuz omuza vermiş iki çocuk ve sevimli bir uçurtma. Işığa isyan eden gözlerimi kırpıştırarak kitabın adına baktım: Uçurtma Avcısı’ymış. Amerika’da yaşamakta olan Afgan asıllı yazar Halit Hüseyni (İngilizce yazılışıyla Khaled Hossaini) yazmış.

Usulca indim yataktan ev ahalisini uyandırmamak için. Parmak uçlarımda gidip geldim tuvalete, aklım kitabın ismine takılı. Sessizce yerleştikten sonra yatağın bana ait tarafına, hışırdatmamaya özen göstererek çevirdim kitabın ilk sayfasını. Sonra diğer sayfasını, sonra diğer sayfasını!

Birkaç sayfa okur uyurum diye başladığım kitabın 120. sayfasını devirmekte olduğumu fark ettim bir süre sonra. Saat sabahın dördü olmuştu. Kitabın kahramanı zengin bir Afganlı tüccarın oğlu Emir ile tüccarın hizmetkârı Ali’nin oğlu Hasan’ın maceraları hız kesmek bilmiyordu bir türlü. Kâh uçurtma yarışındaki kazanma çabaları kâh Hasan’ın en son düşen uçurtmayı yakalamakta gösterdiği olağanüstü başarı.

Emir’in onu en yakın dostu olarak gören Hasan’ı, onun için girdiği bir kavgada yalnız bırakması ve sinsice izlemesi, Hasan’ın hayal kırıklığı, hayal kırıklığıyla mücadelesi ve arkadaşından kopmama isteği, tüm bunlara rağmen Emir’in korkaklığından kaynaklanan yeni ihanetleri uykumu kaçırıp beni ayağa dikmeye yetmişti kısacası.

Bunlar da yetmezmiş gibi Rusya’nın Afganistan’ı işgali, parası olanların insan tüccarlarından medet umarak kaçmaya çalışması, Taliban güçlerinin ülkede başlattıkları kıyımlar ve Emir ile zengin bir tüccar olan babasının Amerika’daki yeni yaşam mücadeleleri günün ilk ışıklarına kadar yakamı bırakmadı.

Bir ara eşim uykulu uykulu tek gözünü açıp:

“Hayırdır ya ne yapıyorsun?” diye olaya dâhil oldu.

“Ya takıldım bir romana, hani şu geçenlerde aldığım kitap vardı ya, “Uçurtma Avcısı”. Takıldım sabahın ikisinden bu yana. Bırakamıyorum,” dedim.

“Hımmm, güzel olmalı öyleyse,” dedi ve tekrar uykuya daldı.

Ben, kâh Kabil’de binlerce kişiye davet verecek kadar zengin bir yaşamı olan Emir’in babasının Amerika’da bir benzincide çalışarak, bitpazarında eski eşyalar satarak Emir’i okutma savaşı, kâh Emir’in yaratıcı yazma okuma sevdasıyla bitpazarında bulduğu prensesi Süreyya’ya sevdası; kâh Hasan’ın Hazaratca’daki (Afanistan’da Hazaratların yaşadığı yer olarak gösteriyor roman) yeni yaşam mücadelesi arasında gidip gelirken güneş bizim evin dört bir tarafını kuşatmış saatte sabahın sekizi olmuştu.

Gözlerim uyumak için çılgın gibi bastırsa da aşağı doğru, Emir ile Süreyya’nın aşkı, Amerika’da yaşam savaşı veren mülteci Afganların dramı ve Afganistan’da yaşanmakta olan savaş zulümleri uykuya dalmama izin vermiyordu.

Roman boyunca romanın başkahramanı Emir’e pek çok yerde bildiğim bütün kötü sözleri saymak istedim. Yaptığı hainlikler anlatılır türden değildi doğrusu. Ama romanın anlatımı da bir o kadar güzel ve bu kadar insanı irrite eden Emir de bir o kadar bizdendi. İnsandı yani. Yanlışlar yapıyor, vicdan azabı çekiyor ve pek çoğumuzun yaptığı gibi unutmayı yeğliyordu hayatta kalabilmek için.

Hasan, insanın içinde bir yerlerde gizli kalmış o saf iyiliği, saf sadakati simgeliyordu. Hasan ve eşinin Taliban tarafından öldürülmesiyle de içimizdeki o saf iyilikte öldürülmüş oluyordu sanki. Sonra Hasan’ın tıpkı kendine benzeyen kısık yeşil gözlü, küçük sivri çeneli, sarıya yakın kumral saçlı, beyaz tenli oğlu Sohrab’ın savaştan sefil düşmüş bir yetimhaneye verilmesi; yetimhaneden Emir ve Hasan’ın azılı çocukluk düşmanı olan Taliban’ın lideri konumuna geçmiş olan romanın sadist pedofili kahramanı Assef tarafından alınarak suistimal edilmesi bir kez daha günümüz toplumunda her gün yaşanmakta olan çirkinliklerle yüzleşmeye zorluyor bizi.

Bu arada Amerika’da ünlü bir yazar olmuş olan, Süreyya ile evlenen ve iyi bir yaşam standardına ulaşan Emir’i babasının yakın dostu olan, onlar Amerika’ya gidince babasının malikânesinde yaşamaya başlayan Rahim Han bir telefonla acilen Pakistan’a çağırıyor. Emir’in tüm ihanetlerini işlemesine neden olan içindeki korku canavarı yine uyanıyor ama sonunda Pakistan’a gidip Rahim Han’la buluşuyor.

Burada Rahim Han’dan, babasının hizmetkârı Ali’nin eşiyle birlikte olduğunu ve Hasan’ın aslında kardeşi olduğunu öğreniyor! Rahim Han kendisinin tedavi için Pakistan’a gelmesinin ardından Hasan ve eşinin Taliban tarafından Hazarat oldukları için öldürüldüğünü, oğulları Sohrab’ın da kötü bir yurda verildiğini söyleyerek Emir’den Sohrab’ı kurtarmasını istiyor.

Emir, içinde çıldıran bütün korku kurtlarına rağmen bunca zaman çektiği vicdan azabından kurtulmak için fakir bir adam olan Kerim’in eski püskü arabasıyla Afganistan’a gidiyor. Giderken bıraktığı Afganistan’ın yerinde savaştan yıkık dökük olmuş, her sokağında yığınla dilenci olan, kırmızı arabalı Taliban askerlerinin zulmü altında inleyen sefil bir yurt buluyor. Taliban lideri olan çocukluk hasmı Assef ile ölümcül bir kavgadan, babası gibi müthiş bir sapan kullanıcısı olan Sohrab’ın altın pirinçlerden birini Assef’in sol gözüne mıhlamasıyla kurtuluyorlar ve Pakistan’a dönüyorlar.

Burada bir dizi tedavinin ardından bir yolunu bulup Sohrab’ı da Amerika’ya götürüyor. Hem yaptığı bunca kötülüğün bedelini ödemek için hem de Süreyya ile çocukları olmadığından Sohrab’ı evlatlık ediniyorlar. Sohrab’ın ruhunda birikmiş yaraların geçmesi ise hayli uzun bir zaman gerektiriyor.

Saat sabahın onu ve benim kitap bitiyor! Gözlerimde demirden biberli bilyeler, ruhum çok uzak bir yerlere doğru çekiliyor. “Uyku! Uyku!” diye bağırıyor tüm hücrelerim. Gaipten bir ses duyuyorum sanki! Bin yıl ötelerden geliyor.

“Hayatım bitti mi kitap? Ne anlatıyormuş? Güzel mi?”

“Anneeeee. Acıktım ben. Ne yiyeceğiz kahvaltıda?”

Bir kez daha sürünerek kalkıyorum yataktan. Gözlerim yer çekiminin cazibesinde yitmek, ruhum uyku girdaplarında kaybolmak istiyor. Kitap tutmaktan ağrımış parmaklarım meşhur patatesli-biberli omletimi pişirmek için debeleniyor. Hasan, en sona kalan uçurtmayı yakalamak için beyin kıvrımlarında cirit atıyor…