BIST 9.919
DOLAR 32,44
EURO 34,79
ALTIN 2.449,99

Paylaşım kültüründe erozyon

Terörist olmadığı sürece, insanlara zarar vermediği müddetçe kim hangi fikrin/aklın peşinde olursa olsun her zaman saygı duyulasıdır. Davası vardır ve davasının peşindedir.Tuttuğu siyasi partinin yönünü hedeflemiştir, o tarafa akıyordur. Herhangi bir tari

Terörist olmadığı sürece, insanlara zarar vermediği müddetçe kim hangi fikrin/aklın peşinde olursa olsun her zaman saygı duyulasıdır. Davası vardır ve davasının peşindedir.
Tuttuğu siyasi partinin yönünü hedeflemiştir, o tarafa akıyordur. Herhangi bir tarikat müdavimidir, yaşam şeklini ona göre belirlemiştir.

Feministtir/ateisttir/nihilisttir/yeşilcidir/satanisttir/özgürlük savaşçısıdır, böyle uzar gider…
İnandığı doğruların peşinde koşmak, bir nevi insanın kendini topluma ifade ediş tarzıdır. Toplumdaki yerini, dışarıya yansıttığı görüntüsü belirler. Ve çevresi de ona göre şekillenir.

Buraya kadar tamam.

Peki, sahibi olduğumuz fikirler ve hedefler sadece çevre için midir, kendini ifade etme olarak mı kullanılır? Yani o kişiden, gerçekten davasını özümsemiş, hayatı yaşama şeklini buna göre düzenlemiş, dava adamı olmuşsa, şartlar ne olursa olsun davasının peşinde olan biri olması beklenilmez mi?

Neden bunları zırvalıyorum, anlatayım…

Çok yakından takip ettiğim bir gazeteci var(dı). Nerede/ne zaman bir miting, yürüyüş vs. ön saflarda bulunuyordu bu zat. Olay anından canlı görüntüleri Facebook/Twitter sayfasından izliyordum.

Buraya kadar her şey güzeldi. Bende bıraktığı izlenim; çok güçlü ve gerçek bir gazeteci gibi davranan, kendi inandığı doğruların peşini bırakmayan iyi bir gazeteciydi.
Sonra ne mi oldu?

Bu gazeteci, çalıştığı büyük gazeteden ayrıldı. Kendi isteği dahilinde olmadığı açıktı.
Ve o gün bugündür bu cengaver savaşçımız, Facebook ve Twitter sayfalarında sıradan ev kadınları modunda sevimli kedi ve köpeklerin fotoğraflarını paylaşan (karikatür de paylaşıyor), durumu çabuk kabullenmiş biri oluverdi.

Ne dersiniz?

Dava peşinde koşmak, sadece dışarıya yansıtılan görüntünün getirisinin cazibesi mi?
Facebook ve Twitter gibi ortamlar insanın hayatını basitleştirmiş olamaz mı?
Paylaşım kültürünün geldiği nokta tehlikeli bir boyut değil mi?

Bakınız hemen bir örnek vereyim:

Bundan iki gün önce İngiltere’de bir erkek, eşinin Facebook mesajına kızıp, üç çocuğunu bıçaklayarak öldürüp, kendisini de uçurumdan aşağı atarak intihar etti.
Muhtemelen Facebook yüzünden tartışmalar yaşıyordu bu çift. Eşinin Facebook’da orta yaş krizi ile ilgili mesajını görünce, adam çılgına dönüyor ve bir vahşet yaşanıyor.
Görüyorsunuz; Facebook’un cazibesine kapılmanın, orada söz söylüyor olmanın ve bunların okunuyor olmasının egolarda yarattığı tesir ve sonuçları.

Evliler, kadın veya erkek, neden birbirleriyle paylaşacakları konuları kendilerinin dışında belki de hiç tanımadıkları insanlarla paylaşmayı seçiyorlar?

İngiliz kadın bu iletisini neden eşiyle paylaşmayı seçmiyor?

Bir gazeteci işine son verildiğinde neden davasını yarım bırakıyor?

Bir gazeteci Facebook’da gün boyu kedi/köpek fotoğrafları yayınlayan birine nasıl dönüşüyor!

İnsanın röntgen ve kendini sunma merakının geldiği nokta çok acı değil mi?