BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Ne kadar görebiliyoruz?

 

Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra yol  kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

   - Buraların yabancısıyım. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.

   Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

   - Ben de buraya ilk defa geliyorum. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.

   Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

   Çocuk:

   -Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.

  - İyi ama, demiş adam,  bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?

   - Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez, diye atılmış çocuk. Üstelik, manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.

   Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kağıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu. Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış, adamın kendisini fark ettiğini.

   Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

   - Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş, görmeyi o kadar çok özledim ki.

   Siz görebiliyorsunuz değil mi?

   Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

   - Bundan emin değilim. Emin olduğum tek şey var ki o da;  senin benden iyi gördüğündür.

 

Onurlu bir kadın

 

Hava, soğuk mu soğuk!

Dışarısı buz kesiyor.

Bense sıcacık aracımda, sabahın en ‘fresh’ haliyle ofisime gidiyorum.

Yokuş aşağı inerken, kırmızı ışık yandı.

Gözüm ışıkta, kulağım TRT Türkü’de çalan çok sevdiğim güzel bir türküde:

“Kadir Mevla’m senden bir dileğim var.

Beni muhannete muhtaç eyleme.”

Ne özlü sözler.

Önümde yedi araç var. 

Hala kırmızı ışıkta beklerken, birden trafik lambasının altında yaşlı bir kadın beliriverdi.

Üzerinde eski püskü bir kazak elinde boncuklardan yaptığı anahtarlık ve tesbihleri ışıkta duranlara satmaya çalışıyor.

Giysilerinin içine sığınmaya uğraşması ve ellerini ovarak ısıtmaya çalışması,  yaşlı kadının ne kadar üşüdüğünü haykırıyor oradakilere.

Yüzündeki kırışıklıklar, yılardır çektiği çileleri anlatıyor sanki…

Araç sürücülerinin pencerelerine birer birer elindeki boncuklarla yaklaşıyor.

Birinci araba, ikinci, üçüncü….

Nafile!..

Hiçbiri penceresini açmıyor.

Hayretle ve söylenerek seyrediyorum.

En çok tahammül edemediğim insan tipleri bunlardır, neredeyse.

Bazı insanlar, pahalı sigara ya da parfüm alırken verdikleri parayı hesaplamazlar ama böyle yerlerde ya da simit alırken, ayakkabı boyatırken pazarlık eder kuruşun hesabını yaparlar ya…

Neyse, benim söyleyeceğimi siz anladınız.

Sıra bana gelmeden açıyorum penceremi.

Soğuk hava, içerdeki ısıyı adeta yutuyor bir anda.

Penceremi açtığımı görünce hızla bana yöneliyor.

Ne de olsa yeşil ışık yanana kadar satışını bitirmek zorunda.

Ben de keşke yeşil yanmasa diye içimden geçiriyorum.

Elimdeki bir miktar parayı ona uzatıyorum ve bu arada yeşil ışığın yandığını fark ediyorum.

Önümdeki araçlar ilerlemeye başlıyor.

Ve “Sen onu başkasına sat” diyerek pencereyi kapatmaya fırsat bulamadan yavaşça gaza basıyorum..

Ve işte o an irkiltici ve beklemediğim bir şey oluyor.

Penceremden içeri bir şeyin düştüğünü fark ediyorum…