BIST 10.219
DOLAR 32,21
EURO 34,86
ALTIN 2.444,47

“Kelebeğin Rüyası”nın Kelebek Etkisi

Oyuncuların harcadığı olağanüstü çaba. Sahnelerde oluşturulmaya çalışılmış gerçeklik duygusu. Tarihin karanlıkta kalmış bir yanına ışık tutma çabası. Ve en çok, evet en çok şairlerin yazma tutkusu.

 

Evet evet, tıpkı bir kelebek gibi varlığı bir anlığına hoşnut ediyor sizi. Kelebek kanatlarının o narin yapısı. O narin yapı üzerindeki göz alıcı benekler. Ve içinizi uçuşturan uçabilme duygusu.

Oyuncuların harcadığı olağanüstü çaba. Sahnelerde oluşturulmaya çalışılmış gerçeklik duygusu. Tarihin karanlıkta kalmış bir yanına ışık tutma çabası. Ve en çok, evet en çok şairlerin yazma tutkusu.

Bütün bu ayrıntılar hoşuna gidiyor insanın. Koltuğunuza iyice yerleşip, güzel bir film izlemeye hazırlıyorsunuz kendinizi.

Film Mükellefiyet Kanunu ile başlıyor. İlk kez 1867’de Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan kanun, gerektiğinde kişilerin devletin öngöreceği işlerde zorla çalıştırılmasına izin vermektedir. Ekonomik buhranın iyice kendini hissettirdiği 1940’larda bu kanun bir kez daha uygulamaya konur.

Film bu uygulamaya maruz kalan maden işçilerinin dramıyla başlıyor. İşçilerin makyajı, beden dilleri, sahne, çekim kalitesi oldukça güzel olsa da hiçbir tepkide bulunmayan maden işçilerine karşı askerlerin abartılmış saldırganlığı yapaylık tadı veriyor.

Sonra şairler giriyor devreye. Biri elektrik direklerinin bakımıyla uğraşıyor. Diğeri maden ocağında çıkarılan kömür miktarının kaydını tutuyor.

Kıvanç Tatlıtuğ’un da Mert Fırat’ın da oyunculukları göz dolduruyor. Zayıflıkları, doğallıkları ve gayretleri karakterlere samimi bir sahicilik katıyor. Ansızın esas kız giriyor sahneye. Filmin geneli içinde bir yere oturtamadığımız, aşkının samimiliğini bir türlü anlayamadığımız, sevimli ama yapay bir karakter çiziyor.

Zorunlu maden işçilerinin dramı, kıyısından köşesinden gördüğümüz dans balosunu temsil ettiği haksız lüks yaşam, yerel halkın fakirliği, sağlık sisteminin acizliği, tutkulu iki şairin yoksunluklar içindeki yazma serüveni ve tüm bunlar içinde kaybolmuş iki imkânsız aşk öyküsü.

Parçalanmışlık hissi. Çoklu mesaj kaygısıyla katledilmiş güzel bir bakış açısı! Ve aniden kaybolan büyü.

Keşke filmi oluşturan tek bir sorun üzerinden yürüseydi hikâye demekten alamıyorsunuz kendinizi. Maden işçilerinin dramının sosyal ve toplumsal yönü içinde pişseydi aşklar. Duvarın arkasında kalan hislerine daha çok tercüman olabilseydi.

Kopuk kopuk hislerde kaybetmeseydi seyirci yolunu.