BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Kazın Ayağı!

Kazın Ayağı!

Türkiye siyasî tarihinde demokratik yöntem ve araçlarla hükümet olmuş iktidarların kimi zorbalıklarla ıskatına verilecek örnekler arasında yer alacak vak’alardan birisi de eminim ki ‘Gezi Olayları’ diye anılacaktır.

Peki, Mayıs’ın sonunda aynı anda farklı illerde başlayarak bugüne kadar da çeşitli bahanelerle devam ettirilen bu olayların gerçek sebebi-hedefi ne olabilir?

Bu türden hadiselerin gerçek fail veya failleri kimlerdir?

Figüranlık yapmak üzere hangi kesimler sahneye sürülüyor?

Kurgu kime aittir?

Varılmak istenen hedef nedir?

Benzeri birçok sorunun baştan itibaren zihnimizi meşgul ettiğini hatırlayalım. Aradan geçen dört aylık sürede olan-bitenlerden o sorulara cevap niteliğinde yeterince veriye ulaştığımız kanaatindeyim.

Olan-bitenleri ana hatlarıyla gözden geçirdiğimizde ise, GEREKÇE’nin GERÇEK ile hiç de çakışmadığı gölürmektedir. Tahlillerimize basit bir-iki soru ile başlayacak olursak:

Daha önce İstanbul’da bir parkla ilgili yerel yönetimlerin -doğru veya yanlış -yaptıkları herhangi bir idarî tasarrufa yurdun hatta dünyanın dört bir yanında aynı anda örgütlü tepkilerin vukuu bulduğunu hatırlayanınız var mı? Diyelim ki, ülkemiz gençliğinde daha önce olmadığı kadar bir çevre bilinci veya duyarlılığı gelişti de onlar da sosyal medya üzerinden kısa sürede yurt sathında organize oluverdiler, olamaz mı?

Peki, birincil amaçları çevreyi korumak olan ve bir geminin bir boğazdan geçişinde bile dünya çapında çeşitli eylemler yapan Greenpeace (Yeşil Barış) üyelerine ne oldu? Uluslararası Af Örgütü’nün tüm dünyayı harekete geçirmek istediği bu kadar önemli (!) bir çevre hadisesi için Yeşil Barış Örgütü acaba neden eylemsizliği tercih etmiş olabilir? Yoksa çevre suçlarına karşı bilimsel verilerle kampanyalar yürüten ve üç milyona yakın üyesiyle şiddetsizliği temel ilke edinmiş bu örgüt görevini artık şiddeti kendilerine din edinmiş radikal sol örgütlerin yönettiği veya yönlendirdiği bir yapıya devretti de haberimiz mi olmadı?

Öteden beri, hoşgörünün ve farklılıkların birlikte yaşama tecrübesine model olarak gösterilen Hatay ilimizin birden bire menfur bir saldırı ve katliam ile başlayan bir çatışma sürecinin odağı kılınmaya çalışılması bir tesadüf olabilir mi?

Peki, son dört aydır devam eden olayların özellikle alevi vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadıkları yerlerde cereyan etmesi ve dolayısıyla bu eylemlerde ölen/öldürülen gençlerin aynı sekten oluşuna ne dersiniz? Daha önceki çevreci eylemlerde böyle bir istatistik veya fotoğraf hatırlayanınız var mı?

Evet, başından beri bu olayların temel kurgusu belliydi ve Suriye ile doğrudan bağlantılı olduğu açıktı. Kanaatin Suriye gündemine bağlı olarak bu olaylar da sıcaklığını koruyacaktır. Çünkü birilerinin 5-6 asır önce bu topraklarda yaşanmış Akkoyunlu-Karakoyunlu hikâyesini tekrarlamak istediği çok açık. Sözün özü Esed Türkiye’yi Suriye’ye dönüştürmek istiyor. Bunun için de alevî-vatandaşlarımız üzerinden hesaplar yapıyor. Bu gerçek tıpkı dağın üstündeki şehir gibi her taraftan açıkça görülmektedir.

İşin en vahim kısmı ise, CHP’nin daha önce Çorum, Maraş, Madımak ve Başbağlar katliamları ile sahneye sürülen bu kahpe ve o oranda kirli ve sinsi plan karşısındaki tavrı olsa gerek. Burada alevî-sunnî her sağduyulu vatandaş gibi benim de merak ettiğim ve tartışılması gerektiğini inandığım konu kendilerini Esed’e götüren REHBER’in Hatay Patlaması ile ilgisinden tutun da Gezi-ODTÜ bahanesiyle yapılan SOKAK eylemlerindeki katkılarına, oradan da Ankara’daki son saldırıya değin bir dizi eylem üzerinden inşa edilen CHP algısıdır. Çünkü hepimizi taşıyan bu geminin varoluşuna karşı icraya çalışılan bir ihanet planı bu kadar açığa çıkmış iken, CHP’nin hangi stratejik değerlendirmeler yaptığını/yapacağını doğrusu merak ediyorum.