BIST 9.080
DOLAR 32,34
EURO 35,12
ALTIN 2.309,13

AYM Başkanı, Güç ve Gömlek

Bu cümlelerle Başkan Haşim Kılıç, adeta bulunduğu mevkiin, üstündeki cübbenin gereklerini unutmuş, adeta muhalif bir partinin sözcüsü gibi ‘ağır’ ama aynı oranda ‘yakışıksız’ cümleler sarf etmişti.

Bilindiği üzere ‘Anayasa Mahkemesi’ ismi dünya hukuk edebiyatına 1920’lerden itibaren girmeye başladı. Tüm dünyada kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyen iki farklı model biliyoruz. Birisi genel mahkemeler tarafından yapılan denetimdir ki, Amerika, Japonya, İsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkelerde uygulanmaktadır. Bu denetimin basit bir mantığı vardır; üst norm alt normu ilga eder, dolayısıyla somut olayda Anayasa maddesi esas alınır. Diğeri ise Avusturya, İtalya, Almanya, Fransa ve Türkiye gibi ülkelerde uygulanan ‘Anayasa Mahkemesi’ modelidir ki, ilki 1920’de Avusturya’da kurulmuş, akabinde sırasıyla 48’de İtalya, 49’da Almanya, 58’de Fransa ve 1961’de de Türkiye ile devam etmiştir.

Geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü münasebetiyle Başkan Haşim Kılıç cumhurbaşkanlığı seçim startına günler kala gündem oluşturan bir konuşma yaptı. Başkan’ın genel geçer sözler arasına yerleştirdiği ve doğrudan Başbakan’ı ve hükümeti hedef alan sözleri oldu. Bu cümlelerle Başkan Haşim Kılıç, adeta bulunduğu mevkiin, üstündeki cübbenin gereklerini unutmuş, adeta muhalif bir partinin sözcüsü gibi ‘ağır’ ama aynı oranda ‘yakışıksız’ cümleler sarf etmişti. O cümlelerden birisi de şuydu:

‘Bizler… gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız... (...) hak ihlaline sebep olan herkesin karşısına, aynı adalet gömleğiyle çıkmaya devam edeceğiz.”

‘Bizler’ kelimesi ile muhtemelen ‘Anayasa Mahkemesi’ni kast etmiştir. Oysa bu mahkemenin geçmişte verdiği kimi kararları nedeniyle varoluş meşruiyetini bile tartışmaya açacak kadar adaletten uzak, ama ‘güç ve şartlarla’ malul, darbecilerin kanlı elleriyle kirlenmiş hem de bol sayıda gömleği olduğu cümle alemin malumudur.

O nedenle Başkan milli iradenin temsiliyetini adeta tokatlayan o konuşmasında sözünü ettiği ‘adalet gömleği’ni giymeden önce keşke başında bulunduğu kurumu kanla lekeli darbe gömleklerinden kurtarıp kürsüye daha temiz bir gömlekle çıkabilirdi.

Keşke öncelikle tarihimizin en aşağılık darbesi sonrasında kurulmuş bu mahkeme, her darbe sonrası geleneksel ‘genetiğine uygun yeni ilavelerle’ biçim almış yapısının zihinlerde ve kalplerde oluşturduğu yakın veya uzak kimi telmihlerden kendisini arındırmış olsaydı da Başkan da mahkeme tarihinde yeni bir dönem başlatıp normal şartlarda şeffaf, bilimsel ve demokratik bir iklimde kendisini yeniden yapılandıran cesur çabalara soyunmuş olsaydı.

Keşke Başkan bu mahkemenin fazla değil bundan sadece birkaç yıl evvel esasında kendi meşruiyetini ortadan kaldıran, kendisini ‘kurulmuş’ değil ‘kurucu’ gibi addedip görev ve yetki alanlarını tecavüz eden o 411 veya 367 rakamlarını hatırlayıp gereğini yapsaydı.

Keşke Başkan akılları durduran, vicdanları yaralayan, onurları paralayan ‘o dönemin şartlarına ve gücüne’ karşı da taşıdığını iddia ettiği o ‘adalet gömleğini’ giyip bir hukuk abidesi gibi dik bir duruş sergileseydi.

Keşke Başkan dik duruşuyla ülkeyi darbeler ve çeteler sarmalından canı pahasına da olsa kurtarmaya çalışan Başbakan’a dikleneceğine zulmün zifiri karanlığında ümitlerimizi dahi imha eden o günlerde zorbalara karşı hak, hukuk, adalet ve cesaret adına da bir çıkış yapsaydı.

Keşke mevcut konjonktürde ekseriyetin aklına bir ikbal umudu ve arayışı getiren bu eleştirileri yapan Başkan, son referanduma kadar yaklaşık yarım asır boyunca başında bulunduğu kurumda görev yapan üyelerin demokratik meşruiyetten yoksun bir yöntemle seçimlerin de sorgulayabilseydi.

Böylece konuşmasında uluslararası hukuk ölçütlerine sıkça atıfta bulunan Başkan’dan ileri demokratik ülkelerde Anayasa Mahkemesi’ne üyelerin bir kısmının veya tamamının siyasal organlar tarafından atandığını öğrenmiş olurduk.

Keşke Başkan, on iki yıllık iktidarı dönemi boyunca devletin en ince kılcallarına kadar nüfuz etmiş açık/gizli, üniformalı/sivil vesayetçi yapıları tasfiye edip milli iradeyi hakiki anlamda tesis etme yolunda tarihi ve o oranda soylu bir mücadele sürdüren Başbakan’a karşı aslan kesileceğine, onuruna sıkça vurgu yaptığı insanın ve dahi milletin en masum mahremiyetini payumal eden paralel haydutlara da hiç olmazsa aynı tonda bir cesaretle meydan okusaydı.

Keşke, hepimizin her türlü kıymetiyle güvenlik şemsiyesi olan devletin en mahrem alanlarından dışarıya bilgi servis ederek ‘seyyâd-ı bî insâfa hizmet etmekten zevk alan o killâbı’ engelleyen tedbirleri ‘evrensel hukuk’ adına kaldıran kararını eleştirmeyi ‘sığlıkla’ itham edeceğine, insanın ve ülkenin mahremiyetine uzanan elleri hukuk ve adalet tokmağı ile kırarak âleme ibret bir ders verebilseydi.