BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53

İsrail Şiddeti Din, Vahşeti İbadet Edinmiştir

İsrail saldırısı el-Fetih ile Hamas'ın İttifakından Korkusu ve Öfkesidir

 

 

İsrail’in Tanrısı Siyonizm, Dini Şiddet, İbadeti ise Vahşettir

 

İnsanlık tarihine kelimelerle tarifi imkânsız sayısız vahşetlerin yegâne müsebbibi olarak geçmeyi en fazla hak eden Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan güçlerin, hasis menfaatlerinden gayrı hiçbir esas gözetmedikleri bir paylaşım sonucu, teşkil ettikleri Ortadoğu’nun her geçen gün daha da derinleşen trajedisi tahammül sınırlarını çoktan aştı.

Asırlarca her türlü dinî, etnik, mezhebî ve kültürel kimlikleriyle birlikte yaşamanın tabii geleneğini oluşturmada nispeten daha başarılı, daha ileri bir evreyi temsil eden Ortadoğu toplumlarını tahrik edip kendi elleriyle inşa ettikleri yapay devletçiklerle bölüp sonuçta ötekinin canını, malını, ırzını kendisine haram bilmiş insanların her birini bugün yekdiğerinin kurduna çevirmiş, yurtlarını cehennem kılmış, istiklâllerini dara çekip istikballerini idam etmiş emperyalizmin maskeli vicdanı ve yalancı yüzü eminim ki, yüzüne tükürülmeyi bir kere değil binlerce defa hatta fazlasıyla hak etmiştir.

‘Beyaz İnsan’ın eşkıyalığına kurban edilmiş hangi coğrafyaya bakarsanız bakın; dün için kökü kazılmış Kızılderililerden Hint Kıtası’na veya bugün için bir ateş çukuruna dönüştürülmüş Ortadoğu’dan kader diye açlıktan ölüm gömleği giydirilmiş Kara Afrika’ya kadar; ‘Beyaz Ayakların’ uğradığı toprakların vicdanına derinden kulak verecek olursanız duyacağınız feryat eminim Akif’in şu mısralarına rahmet okutacaktır:


Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayâsız yüzüne! 
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! 
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: 
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün !.. 

Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlıyı tasfiye ettikten sonra tıpkı açlıktan gözü dönmüş bir sırtlan kümesi misali doyumsuz bir hırsla Ortadoğu’ya saldıran emperyal güçlerin bölgenin zaman içinde tabii olarak oluşmuş birlikte yaşama geleneğini ifsat ettikleri günden bu yana bölge insanına kan kusturan bu projenin en büyük eseri; hiç kuşkusuz göğünde ‘gazap bulutları’ eksik olmayan yerinde ise sadece ‘azap üzümleri’ yetişen his yoksulu, vicdan sefili, hak ve hürriyet katili İsrail Devleti oldu. Eminim ki, Batı Medeniyeti’nin bundan daha büyük bir medar-ı iftiharı (!) olamazdı.

Tarihsel sicili bizzat kendi peygamberinden kendisine put talebinde bulunmak, peygamberlerini ve adalet talebinde bulunan insanlarını katletmiş olmakla kirlenmiş, Mısır’da yaşadığı köleliğin, Roma ve Babil sürgünlerinin ya da Nazilerden çektiği cevr-u cefanın ifsat ettiği hasta töresi ile İsrail Devleti efendilerinin gölgesinde kendisine Siyonizm’i Tanrı, şiddeti din, vahşeti ise günlük ibadet edinmiş bir kimlik olarak tarih sahnesine çıktı. Çünkü Musa’nın Tevrat’ındaki ‘Öldürmeyeceksin’ yasağına inat Siyonizm’in kitabı ‘Katledeceksin’ emriyle başlar. Birincisinin ‘komşunu da kendin gibi seveceksin’ tavsiyesine karşıt, ikincisi ‘ak saçlı adamlarını ve kundaktaki bebeklerini dahi yok edeceksin’ talimatıyla biter.

Ağlama duvarının dibinde sabah-akşam kutsal diye niteledikleri kitaplarından tezekkür ettikleri şu sözde ayetleri duyduğumuzda ise Siyonizm’in sadece Filistinliler için değil, tüm insanlığı tehdit eden nasıl bir tehlike olduğunu daha iyi idrak edeceğiz.

 “... (Rab İsrail’e şöyle der) ‘Sen benim topuzum ve cenk silahımsın ve seninle milletleri kıracağım, ülkeleri helak edeceğim. Seninle atı ve binicisini kıracağım, cenk arabasını ve binicisini, erkeği ve kadını, kocamış adamı ve genci, ere varmamış kızı, çobanı ve sürüsünü, çiftçiyi ve çiftini valiyi ve kaymakamı kıracağım." (Yeremya, Bab 51, Ayet 19-23, s 777)

"Ey Kenan! Filistinlilerin Vatanı! Rabbin sözü size karşıdır; seni yok edeceğim, öyle ki artık sende oturan kimse olmayacaktır." (Tsefenya, Bab 2, Ayet 5, s 887)

"Ve gömülmeyecekler; toprağın yüzünde gübre gibi olacaklar; leşleri de yerin canavarlarına ve göklerin kuşlarına yem olacaktır." (Yeremya, bab 26, ayet 4, s 739)

"Ve senin kökünü kıtlıkla kazıyacağım ve arta kalanların da öldürülecektir. Ey Ulu Kapı! Feryat et ey şehir! Baştan başa Ey Filistin! Artık eridin sen..." (İşaya, bab 14, ayet 3-31, s 694)

"Hem yiğidi, hem kızı, emzikteki çocukla, ak saçlı adamı, dışarıdan kılıç ve içeriden dehşet telef edecektir. Hasımlarından öç alacağım ve benden nefret edenlere bedelini ödeteceğim." (Tesniye, bab 32, ayet 25, s 211)

"Onların her şeyini yok et! Kendilerine acıma! Erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür." (I. Samuel, bab 15, ayet 3, s 286)

 ‘Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve kadınları kirletilecek." (İşaya, bab 13, ayet 15, s 683)

"Ve yayları gençleri yere çalacak ve rahmin semeresine acımayacaklar, gözleri çocukları esirgemeyecek." (İşaya, bab 13, ayet 15, 16, 18, s 683)

"Ve her duvarlı şehri ve her seçme şehri vuracaksınız ve her iyi ağacı keseceksiniz ve bütün su kaynaklarını kaplayacaksınız ve her iyi tarlayı taşlarla bozacaksınız." (II. Krallar, bab 3, ayet 19, s 370)

Sakın, ayet diye zikrettiğim bu metinlerde geçen ‘Rab’ kelimesi ile Büyük Peygamber Musa’nın Rabbi’ni, Kitabın da Musa’ya inmiş Tevrat olduğunu düşünmeyesiniz. Çünkü Musa’nın Rabbi Tevrat’ta ‘Her kim yeryüzünde haksız yere bir can öldürürse tüm insanları öldürmüş gibidir’ buyurmaktadır. Dolayısıyla ifadelerde yer alan Rab olsa olsa vahşi Siyonizm olur; tıpkı bir zamanlar İsrail kavminin Fıravun’u Rab edinmiş olduğu gibi.

Açıktır ki, bu bilgi ve bilincin vücuda getirdiği sosyal, siyasal, kültürel ve dinsel bir iklimde İsrail Devleti’nin ötekilerle barışık yaşama imkânı asla kalmamıştır. Keza yarım asrı aşkın tarihinde, hangi mazeret ve yalanlara sığınırsa sığınsın İsrail’in asla vazgeçemeyeceği geleneksel politikasında bir değişiklik beklemek safdillik olacaktır. Çünkü bağımsız bir Filistin devletiyle sonuçlanacak her bir sürece vahşice saldırmak, Kudüs’ün en küçük bir parçasından dahi vazgeçmemek, diasporadaki Filistinlilerin dönüşünü engellemek, işgal ettiği topraklarda yeni Yahudi yerleşimlerini sürdürmek ve su başta olmak üzere tabii kaynakların bulunduğu toprakları ne pahasına olursa olsun elde tutmak onun yegâne varlık sebebi olduğu asla unutulmamalıdır.

Nitekim en sağından en soluna liberalinden dincisine kadar iktidara gelen her hükümetin  aynı politikayı izlemesi bu yüzdendir. Bundan ödün verenlerin sonu ise 4 Kasım 1995’de fanatik bir dinci tarafından öldürülen İzak Rabin’in akıbeti gibi olacaktır.

Son günlerde Filistin Direniş Tarihinde önemli bir parametre olan el-Fetih ile Hamas arasında gerçekleşen ittifak sebebiyle morali bozulan İsrail, öfkesini yeryüzünün en daracık zindanına dönüştürdüğü Gazze’ye vahşice saldırılarıyla hem de bütün dünyaya meydan okurcasına Filistinlileri bu ittifaka pişman ettirmek istiyor.

Bu vahşetin mimarı Netanyahu’nun ‘sivilleri yanlışlıkla vuruyoruz’ ifadesine gelince, bunun açık bir yalan olmanın ötesinde esasında insanlığın zekâsı, hafızası ve vicdanıyla alay etmekten başka bir anlamı olmadığı cümle alemin malumudur. Zira İsrail’in kurulduğu günden bu yana katlettiği insanların yüzde doksanının sivillerden oluştuğunu bilmeyen mi var? Keza İsrail’in sivillere yönelik katliamlarında hiçbir yanlışlığın olmadığı, aksine bu katliamların tıpkı diğerleri gibi son derece bilinçli ve sistematik yapıldığını da?

Çünkü yukarıda aktardığım sözde kutsal metinlerinde de açıkça görüldüğü üzere düşman diye tanımlanan Filistinlilere ilişkin asker/sivil, genç-yaşlı- kadın erkek, insan/hayvan hatta bitki diye bir ayırıma dahi gitmeksizin karşı tarafta yer alan her canlıyı yok etmek artık İsrail için kutsal birer görev olmuştur. O nedenle herkim ne derse desin bugün insanlık için en büyük tehlike ötekisine karşı kalbine kutsal kitabından kan çekip ateş yağdıran Siyonizm tehlikesidir. Başta Ortadoğu olmak üzere dünyada hiç kimsenin bu tehlikeyi görmezlikten gelmek veya onunla yüzleşmek için yarınları beklemek gibi bir lüksü olamaz.

Son yarım asırlık zamanın açıkça ortaya koyduğu bir başka hakikat ise şudur: Başta mazlum halklar olmak üzere dünya insanlığının kaderi bugün BM Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip beş daimi üyesinin çıkar odaklı reylerine mahkûm edildiği gerçeği artık görmezlikten gelinemez. Uluslararası ilişkilerde eşitlik, adalet, özgürlük ve merhamet kavramlarını telaffuz etmeyi bile irrasyonellik addeden modern diplomasinin öncüleri bu güçlerin aynı zamanda dünyanın en büyük silah tüccarları oldukları gerçeğini unutmuş gibi görünen dünya insanlığı şunu asla unutmamalıdır; bu çelişki çözülmedikçe mazlumların dünyasında kan durmayacak, fesat bitmeyecek, feryat ise dinmeyecektir.

Öyle ise barışa hasret bu dünyanın mazlum halkları başta olmak üzere herkesin unutmaması gereken hakikat şudur: Son asırda on milyonlarca insanın katili savaşların galipleri tarafından kurulmuş mevcut dünya düzeninde köklü değişikler gerçekleşene kadar adalet, eşitlik ve özgürlük diye haykırmak her insanın en temel ahlakî mecburiyetidir.