BIST 10.337
DOLAR 32,25
EURO 34,66
ALTIN 2.399,52

İlle 'Hareket Ordusu' mu gelmeli?

"Hareket Ordusu" başlıklı yazısında Hüseyin Mümtaz, şöyle diyordu:
Türkiye Cumhuriyeti’nin halen ‘’yürürlükte’’ olan Anayasası’nın, ‘’değiştirilemeyecek’’, ‘’değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek’’ ilk maddesinden ilki ‘’devletin lâik’’ olduğunu; üçüncü maddesi ise ‘’ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütün’’ olduğunu kayıt altına alır.

Geçen hafta Batman’da ‘’Burası Kürdistan, Türkiye değil’’ avâzeleri ile bu anayasanın üçüncü maddesi; bu hafta Gül’ün İngiltere’de, Erdoğan’ın da İtalya’da bulunduğu sıralarda ise Fatih Camii’nin önünde ilk maddesi açıkça ihlâl edilmiştir.
Bölünmez ülkenin güneydoğusunda üniter yapı, batısında laikliği ayaklar altına alınmştır.

2 Eylül Cuma günü namazdan sonra Fatih Camii önüne biriken Hizbüt Tahrir’ciler ‘’Ya Hilafet, ya şeriat’’ sloganları atmışlar; 25 sayfalık bir metni okuyan ‘’Türkiye Vilayeti Sözcüsü’’ de Atatürk için ‘’Asrın en büyük müciri’’ derken polis ‘’seyretmiştir’’.

Güvenlik güçlerinin savı, AB uyum yasalarının ellerini kollarını bağladığı şeklindedir. Benim düşüncem ise göstericilerin ‘’fevkalade müsaadeye mazhar’’ olmadıklarının ilgililer tarafından âcilen ispatının gerektiği doğrultusundadır.

Genelkurmay Başkanı da bir süre önce zaten ‘’kısıtlı yetkiler’’den yakınmıştı.
O halde devam etmekte olan 6 Ekim ve 17 Aralık 2004 ile 3 Ekim 2005 sürecinin ülkenin temeline dinamit koyduğu açıktır.
Erdoğan İtalya’da aynen öyle söyledi:
’Türkiye’nin AB’ye katacağı renk çok farklı olacaktır. Müzakerelere başlayarak bunu zaten göstereceğiz. Fakat bizden hâlâ bazı şeyler isteme gayreti içinde olanlar varsa, bunlar bir yanlışın içindedirler. Artık Türkiye’nin vereceği herhangi bir şey kalmamıştır. Kopenhag siyasi kriterleri ile ilgili ne yapılması gerekiyorsa hepsi yapılmıştır. 17 Aralık’ta ne istendiyse o da yapılmıştır. Bundan sonra yapacağımız hiçbir şey yoktur.’’
Yani ey millet;
1. Bizden hep bir şeyler istediler ve hâlâ bazı şeyler isteme gayretindeler.
2. Şimdiye kadar ‘’verdik’’ ki artık vereceğimiz herhangi bir şey kalmamıştır.
3. Kopenhag ve 17 Aralık’ta bizden ne isteniyorsa eksiksiz yapılmıştır.
Bu; tüyler ürperten, tarihe geçecek bir ‘’itiraf’’ değil midir?

Devam ediyor Erdoğan İtalya yolunda gazetecilerle sohbetinde:
’Dil konusunda olsun, ana dilde kursların alınması konusunda olsun, meydanlarda şarkılar, türküler, oyunlar oynanması konusunda olsun çalışmalar yapıldı. Şimdi RTÜK yeni bir çalışmanın içinde. Biz bu gelişmelerden pişman değiliz’’. (Sabah. 3 Eylül 2005. Bülent Aydemir’in Napoli’den haberi.)

Yâni ey millet meydanlarda Kürtçe şarkı, türkü, oyun serbest.
Ama Giresun Valisi Kocatepe Türk halk oyunlarının bazılarını yasaklıyor.
Daha vahimi; Necdet Sevinç yazdı; Kartal Kaymakamı Dursun Ali Şahin, İstiklâl Marşımızın ve ‘’varlığım Türk varlığına armağan olsun’’ ile biten andımızın okullarda hoparlörlerden yayınlanmasını, ‘’gürültü’’ oluyor diye yasaklayabiliyor.
Bunu başka kimse yazmadı. Hilafet devleti nidalarını ise Sabah 19’uncu sayfada ‘’Şehrin göbeğinde bir garip eylem’’ başlığı ile verdi.
Aynı haber Radikal’in 6’ıncı sayfasında; ‘’tam bağımsızlık ve laik’’ Cumhuriyet’in ilk sayfa eteğinde tek sütun ve devamı 8’inci sayfasında yer bulabildi.

Avrupa yolunda, İtalya uçağında devam ediyor Erdoğan:
’Devletten farklı düşünmüyoruz ama Kürt değilsin, Türksün dayatması yanlış... Kürt olan vatandaşımıza Kürt değilsin, Türksün dayatmasını yapmamız yanlıştır. Böyle bir şeyi kabullenmek doğru değildir. Aynı şey Laz, Gürcü, Çerkez, Abaza, Boşnak, Arnavut için de geçerlidir.’’ (Bülent Aydemir’in haberi).

Demek Erdoğan ‘’devlet’’in farklı bir ‘’kurum’’ olduğunu, ‘’devlet’’i temsil etmediğini kabul ediyor.
Erdoğan’ın sosyoloji tahsil etmediğini biliyoruz.
Danışmanları arasında da bildiğimiz kadarıyla sosyoloji okuyan olmadığı için yaklaşımlar kaçınılmaz olarak ideolojik oluyor ve vahim yanlışlar içeriyor.
Ve Erdoğan’la anlaşamadığımız nokta da tam işte burası.
‘’Biz’’ sokakta yanımızdan geçen, çarşıda pazarda rastladığımız ve konuştuğumuz hiç kimsenin etnik kökenini sorgulamıyoruz.
Onları peşinen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kabul ediyoruz...

...2005 Eylül’ünde Türkiye bu ahval ve şeraitte iken Başbakan’ın bir genelge yayınlayarak yurtiçinde karayolu ile yapacağı seyahatlerde; Vali, Jandarma Komutanı ve Emniyet Müdürü tarafından ‘’il sınırında’’ karşılanmasını istemesi üzerinde fazla durmuyorum.
Ama aklıma kaçınılmaz bir soru takılıyor.
Yürürlükte olan İller Yasası’na göre dağda eşkıya-terörist peşinde olması gereken vali, jandarma komutanı ve emniyet müdürü; hem de üçü birden cepheyi bırakarak bir koşu nasıl inip Başbakan’a refakat edecekler?
Sonra onca yolu yokuş yukarı nasıl tırmanacaklar?
Aşağı inerken karşı tarafa beyaz mendil sallayıp ‘’mola’’ mı isteyecekler?
İkinci cevap veremediğim soru ise şu.
Missouri’de Katrina Tayfununa bir Türk aile de yakalanmış.
Doğancı ailesi; bölgeye ulaşan Amerikan kurtarma ekipleri önceliği ‘’beyaz Amerikalılara’’ ve ‘’gelişmiş ülke vatandaşlarına’’ verdiği için hala tahliye edilmemiş, bırakılmışlar.
1. Böyle davranan Amerika’ya Türk Hükümeti neden yardım teklif ediyor?
2. Tsunami için taa Maldivlere uçak gönderiliyor da, neden Doğancı’lar için Missouri’ye gönderilmiyor?

Yaklaşık 100 yıl önce 13 Nisan 1909’da İstanbul’da ‘’Avcı taburları’’ ve ‘’medreselerde çöreklenmiş asker kaçağı bazı softalar’’ (‘’Tek Adam’’. Ş. Süreyya Aydemir. Cilt 1. Sayfa 166) ‘’Şeriat isteriz’’ (Sayfa 167) diye ayaklandılar.
Derhal Selanik’ten bir ‘’Hareket Ordusu’’ hareket eder, 15 gün sonra İstanbul’a girer ve isyanı bastırır.
100 yıl sonra gene İstanbul’da gene şeriat isteniyor.
Güvenlik güçleri bu sefer seyrediyor.
100 yıl önceki kalkışma İmparatorluğu yıkan sürecin başlangıcı idi.
Elimizde bir ‘’Cumhuriyet’’ var.
Gidecek başka yer, başka Türkiye de yok.
’Hareket Ordusu’’ istemenin de âlemi yok?
Şartlarda en ufak bir benzerlik yok ki!