BIST 9.080
DOLAR 32,36
EURO 35,02
ALTIN 2.322,95

Enişteler bizi niye öpmeye geldi…

Devleti; devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozup parçalayarak şeriat devletine dönüştürmek, ülkeyi mürteci, gerici, din tüccarları ve din bezirgânlarına teslim etmek başkadır; anayasada ifade edildiği "millet" kelimesiyle söylüyorum, yüzde 90 küsurunun Müslüman olduğunu unutmak başkadır…

İlkinin elbette ve sonuna kadar karşısındayız; Derviş Mehmet'i asan Menemen İstiklâl Mahkemesi Başkanı Muğlalı Mustafa Paşa'nın da bütün varlığımızla yanındayız.

Ama bu yaklaşımımız köyde ve kentteki sade vatandaşın, yüzyılların imbiğinden süzülen geleneksel aile yapısı içinde askerlik çağına gelen çocuğunu "peygamber ocağı”na davul zurnayla gönül rahatlığı ile ve dualarla göndermesini görmezden gelmemiz yahut onu küçük görmemiz sonucuna götürmemelidir bizi.

Ülkeyi Suudi mi; Humeyni mi, Kaddafi mi ne tür bir şeriat düzenine götürmeyi amaçladıkları asla belli olmayan "Kara Ses"ler zaten; "asker millet"i ordusundan koparmak için yıllardır sistemli bir şekilde subay kadrosunun dinsiz-dine karşı-din düşmanı olduğunu yaymıyorlar mı özenle?

"Milli"yi, "millet"i sahiplenmelerine neden göz yumalım?

"Ordu peygamber ocağı değildir" demek işte bunların değirmenine su taşımaktır ve TESUD Paşası ettiği bu lafın altından kolay kalkamayacaktır.

Erdoğan'ın Cumhuriyet Bayramı için "Bayram değil, seyran değil" demesinin ardından bir ay geçmeden eniştelerimiz sıra sıra gelmeye başladı...

Yanağımızın bu kadar rağbet gördüğünü bilmiyorduk...

FBI, CIA Başkanları ve sonunda NATO Genel Sekreteri..

Yalnız bu "ziyaretler" ve "egemen" bir ülke olan Türkiye'nin üzerinden her gün sayıları gittikçe artan bir şekilde "izinsiz" geçmeye başlayan "kimliği ve yükü gizli tutulan Amerikan uçakları"; Ankara'ya yeni gelen Amerikan Büyükelçisinin göreve başlaması keyfiyetindeki önemi azaltmamalıdır.

Ross Wilson ve o gelene kadar "maslahata vaziyet eden" maslahatgüzar müsteşar Nancy McEldowney "uzman" konuklardır. Daha önce ikisi birden yine "beraberce" Azerbaycan'da idiler.

Benim izlenimim; "Sivil Örümceğin" Kafkaslardaki kolları oldukları yönündedir…

Demek ki Ross Wilson'u başa yazıyoruz.

FBI ve CIA Başkanlarını onun altına yazıyoruz... Yersiz ve zamansız bu "enişte öpücüklerinden" Suriye ve İran'ın işlerinin hiç de kolay olmadığı varsayımına ulaşıyoruz.

En alta Nato Genel Sekreterini ekliyoruz. "Sebebi ziyaretin", Afganistan'a daha fazla asker olduğunu öğreniyoruz..

Eski ve yeni MİT Müsteşarlarının Öcalan ve Barzani ile buluşmalarını da unutmuyoruz…

Şöyle bir tablo çıkıyor.

Türkiye; Tezkere Krizi sürecindekinden beter bir "dana bağı" ile karşı karşıya.

Amerikan BOP'unun Kafkaslar-Afganistan-Irak-İran ve Suriye üzerindeki emelleri Türk milli hedefleri ile katiyen örtüşmüyor ve kısa vadede Türkiye'yi bölgenin en büyük "Amerikan güdümünde işgal üreten" ülkesi konumuna getiriyor.

Üstelik Türkiye'nin egemenliği tartışılır hâle geliyor.

Amerika'nın bölgede düşündüklerini gerçekleştirebilmesi için nelere ihtiyacı var biliyor musunuz?

Çorlu havaalanından başlayın, Sabiha Gökçen ve Trabzon Havaalanları...

Trabzon Limanı…

Erzurum-Malatya Erhaç-Diyarbakır Havaalanları…

İncirlik…

Mersin ve İskenderun Limanları…

Ve buralarda konuşlanacak, "rotasyonla" geçici süreler bulunacak en az 120 bin Amerikan askeri…

Kısaca Lozan'ı halâ imzalamayan ABD, Türkiye'yi istiyor.

AB Sevr'i istiyor…

Yani elbirliği ile Birinci Dünya Harbi'ne dönüyoruz.

İyi de biz bu harbin sonuçlarına isyan edip 1919-22 arası "Türk Kurtuluş Savaşı”nı başarmamış mıydık?

Ya karşılığında?

"PKK'nın parasal kaynaklarını kurutacağız, Türkmenler aman sürecin dışına çıkmasın?"

Süreç ne süreci?

Kerkük'ün Kürtleştirilmesi, Kürt Devleti'nin kurulması, Türkmen kimliğinin yok edilmesi…

TESUD Paşası işte böyle sırat köprüsünden geçerken İstanbul'da "Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Bu Çerçevede Türkiye'nin Açılımları" konulu bir toplantı düzenliyor ve yukarıdaki lâfı ediyor.

Tekrar soruyorum; ordunun peygamber ocağı olması ile AB konulu toplantının ne gibi bir ilgisi vardır?

TESUD Paşası Emekli Tümgeneral Kükoğlu Amerika'nın yukarıda sıraladığım "Türkiye ile ilgili emelleri"ni es geçiyor, hiç değerlendirmiyor…

AB ile ilgili olarak da "Türkiye'de birlik sağlanamazsa, AB yetkililerine kızma gibi bir haklarının olamayacağını" ifade buyuruyor.

Sen bu laftan da bir şey anladın mı kıymetli okuyucu?

Kim kızacak, kime kızacak?

Türkiye'de birliği kim bozacak? Birlik sağlanamazsa sorumlusu kim olacak?

TESUD Paşası Boğaziçi'ndeki Ermeni Konferansı'nda da "denizden Dolmabahçe'ye karşı saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile" protestosunu belli etmişti...

Ermeniler ne kadar korkmuşlardı değil mi?

İstanbul'u bilenler lütfen bana Boğaziçi Üniversitesi Konferans salonundan Dolmabahçe açıklarının görünüp görünmediğini söyleyebilir mi acaba?

Türkiye'yi ayağa kaldıran bröve tepkisi konusunda neden ağzını açıp tek söz söylemedi TESUD paşası?

İlgi alanına mı girmiyor, görev talimatında öyle bir madde mi yok?

Eninde sonunda bir STÖ başkanı değil mi?

Toplumun duyarlı olduğu konularda neden ilgisiz?

Kamuoyunu mu yansıtmaya çalışıyor yoksa emir ve talimatlar doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya mı?

Büyükanıt'a Amerika'da "Katibim" eşliğinde ve Amerika'nın kuruluş yıllarındaki üniformalar giymiş şeref kıtası önünde "liyakat madalyası" verildi.

Kamuoyunu dalgalandıran bu konuda da neden tek kelime etmedi?

Meselâ bizde de belli zamanlarda şeref kıtalarına "mehteran" kıyafeti giydirilebilir mi?

Yer yerinden oynar değil mi?

Amerika'da olunca normal karşılanıyor da bizde neden olmuyor?

Eninde sonunda bir STÖ başkanı olma iddiasındaki TESUD paşasının Orhan Pamuk hakkında düşündüklerini de öğrenemedik.

Basının geneli Pamuk'a magazin cahilliği ile yaklaştı...

Şu konuşma Vatan Muhabiri Atilla Güner ile Orhan Pamuk arasında geçiyor:

"VATAN: Altemur Kılıç da (Kılıç Ali Paşa'nın oğlu) buradaydı. Gördünüz mü? Sizin için gelmiş.
Pamuk: Gördüm. Altemur Kılıç benim annemin sınıf arkadaşıdır. Tanırız..
VATAN: Farklı çizgilerdesiniz, kendisiyle yakın ilişkileriniz var mıydı?
Pamuk: Sayılmaz... Peki, dışarıdakiler kalabalık mı?"

Demek ki kıymetli okuyucu Pamuk'un annesi, Kılıç Ali Paşa'nın oğlu Altemur Kılıç ile sınıf arkadaşı ise muhtemelen 550; oğlu Pamuk da 500 yaş civarındadır.

Vatan muhabiri Kılıç Ali ile Kılıç Ali Paşa'yı karıştırmış, Hakkı Devrim de "ne işi var" demiştir "Altemur Kılıç'ın orada?"

Yaşı 90'a yaklaşan Altemur Kılıç bile Şişli Adliyesi önündedir ama TESUD paşası ortalıkta yoktur.

Muhterem'den bu konuda da en ufak bir ses-sedâ duymadık…

4000 yılın en büyük rezaleti olan Çuval olayı, Türk asıllı Amerikalı sorgucu-tercümanlar dolayısı ile yeniden gündeme oturdu.

Tık yok…

Peki güncel değil, "stratejik" düşünelim.

AB bir "çerçeve belge" yayınladı.

Bu; gelecek en az 20 yılımızı ipotek altına alacak bir proje... Bir medeniyet değil, bir esaret projesi…

Neredeyse "eş zamanlı" olarak MGK, "uzun tartışmalardan sonra" bir MGSB kabul etti.

Çerçeve Belge ile MGSB tamamen zıt iki "belge".

Hayrettir, ikisinin altında da aynı siyasi iradenin, devletin aynı kurumlarının imzası, onayı var.

Kerhen olup olmadığını bilemem.

Kükoğlu beyefendi zahmet buyurup bununla ilgili de tek kelam etmedi.

AB-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Eşbaşkanı Joost Lagendijk diye bir adam var.

Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptı konuşmayı Kürt liderlerin yeterince dikkate almadını vurgulayan Lagendijk "Ordu provokasyona geçti, PKK da buna silahla cevap verdi. Ordu, PKK ile çatşmayı seviyor, bu da orduyu merkezde ve gündemde tutuyor" diye bir lâf eti.

Bu densizliğe hükümetin reaksiyonu geç oldu.

Genelkurmay da cevap vermedi.

Peki "emekli" subaylar olarak "muvazzaf" subayların konuşmadı, konuşturulmadı, belki de konuşmalarının yakışıksız olduğu düşünülen böyle bir konuda TESUD'un herkesten önce konuşması gerekmez miydi?

Terbiyesiz adam ordunun PKK ile çatışmayı sevdiğini, provokasyona geçtiğini söylüyor, TESUD çıt çıkarmıyor.

Sonra oturup "Türkiye-AB İlişkilerinin Geleceği ve Bu Çerçevede Türkiye'nin Açılımları" konulu büyük büyük toplantılar düzenliyor.

"Büyük" toplantılarda "küçük" laflar ediyor.

Ateş bacayı sarmışken.

Bizi oyalıyor…

Cambaza bak cambaza politikası uyguluyor.

Sonra da kalkıp emir-komuta zinciri içindeki TESUD'un faziletlerinden bahsediyor.

Bu durumu Hüseyin Mümtaz şu cümleyle tamamlıyor:

Hadi canım sen de!