BIST 10.083
DOLAR 32,40
EURO 34,81
ALTIN 2.436,94

Başbakanın Köyünden Bildiriyorum

Karadenizlilerin önemli bir çoğunluğu yaptığı işi ciddiye alıyor ve her ciddiye alınan işte olduğu gibi sonuçta da başarılı oluyorlar.

Gidip görenler bilir.
Karadeniz zor bölgedir.
Her yer dağ, her yer yamaç.
Ekeceğiniz üç beş dönüm çay ya da mısır tarlası için sarp yamaçlarda binbir hüner göstermeniz gerekir.
Burada yaşamanın asgari koşulu biraz çiftçilik, biraz duvar ustalığı, biraz da müteahhitlikten anlamaktan geçer.
Bir de, değişken tabiat koşulları karşısında her an zinde ve uyanık olmak.
Bölgede bu becerileri kazanan “uşaklar”, bu vasıflarından kent yaşantısında da istifade edebiliyorlar.
Müteahhit, bakkal, imam, fırıncı ve daha pek çok meslekte mutlaka bir Karadenizlinin yer alması, belkide bu sebepten olsa gerek.
Ha; bir de Başbakan olmak tabi!
Laz müteahhit ve imamların çokluğu dikkatimi çekmiş, Karadenizli bir dostuma bunun sebebini sormuştum.  Yöresel ağızla  “Karadenizli iş bulursa kalfaluk eder; boş vaktünde de hocaluk eder.” şeklinde cevap vermişti bana.
Tam da böyle.
Karadenizlilerin önemli bir çoğunluğu yaptığı işi ciddiye alıyor ve her ciddiye alınan işte olduğu gibi sonuçta da başarılı oluyorlar.
Trabzon’daydım hafta sonu.
Başbakanın Güneysulu hemşehrileri olan, dostlarım KÜLÜNK’lerin daveti üzerine Rize’ye de gittim.
Ne yalan söyleyeyim, “iki Cihan dostu”mun nezaketen icap ettiğim daveti, kelimenin tam manasıyla bir şölene dönüştü; muhlama ve dost kazanma şölenine….
(Muhlama: Mısır unu, peynir ve tereyağıyla yapılan yöre yemeği)
Doğayla her buluşmamda, uzun yıllardır görüşmediğim bir arkadaşımla karşılaşmış gibi olurum.
Fakat bu kez başkaydı.
Zira bu seferinde, eski dostun yanına yeni dostlarda kattım.
Rize’nin Güneysu ilçesinin Tepebaşı köyü, eski adıyla Singaz, tam da yukarıda anlattığım gibi.
Bu arada Tepebaşı, Sayın Başbakan’ın komşu köyü.
Buranın sakinleri yer yer 60 dereceye varan eğimli arazilerde ev yapıyorlar, inşaat malzemesi taşıyorlar, heyelana karşı set oluşturuyorlar, çay, mısır, fasulye yetiştiriyorlar, odun kesiyorlar...
Yetinmiyorlar; Başbakanın komşu köyünde, imece usulü yol yapıyorlar.
Gözlerimin önünde yaşlıca bir ninenin muhtarı durdurup köy yoluna katkı için para vermesi, evinin önündeki çöp bir gün geç alınınca “Nerde bu devlet!” narasıyla şarlayan biz kentlileri getirdi aklıma…
Başbakan yetiştiren bu toprakları dolaşırken, köyün zorlukları ile siyasetin zorluklarını da düşündüm, mukayese ettim.
Çay toplamak mı zor, oy toplamak mı?
Bu eğilimli arazilerde durmak mı zor, darbe planlarına karşı ayakta kalmak mı?
Komşu köyle yaşanan su sorununu çözmek mi zor, kadim düşman Rusya ve Yunanistan’la yeni bir sayfa açmak mı?
Sarp dağları bağa çeviren bu azim ve kararlığın kalıtsal bir tarafı olabileceğini de dikkate alırsak eğer, Başbakan için bu işlerin hepsi kolay olsa gerek.
 
Katarahte Şelalesi Susmasın!
 
Katarahte.
Rumca’da şelale anlamına geliyor.
Tepebaşılılar, şelaleyi de Türkleştirme ihtiyacı hissetmemiş ve daha pek çok yer ismi gibi buranın da asıl ismini kullanıyorlar.
Eriyen karlar ve doğal kaynak sularının yaklaşık 5-6 metreden döküldüğü doğal bir havuzu var Katarahte Şelalesinin.
Görür görmez ben de “döküldüm” bu havuza.
Ancak, havuzdan çıktıktan sonra aldığım tatsız haber içimi burktu.
Bölgede yapılan Hidro Elektrik Projesi, baraj kapsamına aldığı diğer doğal göllerden sonra, gözü şimdi de Katarahte’ye dikmiş.
Katarahte’yi de yok edecekmiş.
Katarahte’nin çocukluk hatıralarında mutlaka yeri olan yüzlerce insan “Bölgeye katkısı için diğerlerine ses çıkarmadık ama Katarahte bize kalsın” diyorlar.
Bölge sakinleri, kendisinin de anılarının olduğu şelalenin yok olmaması için, Başbakan’dan destek bekliyorlar.
 
 Teşekkür Borçlarım
 
Gezi mihmandarımız Tepebaşı Köyü Muhtarı Ethem BİLGİN’e; kardeşleri Sultan Süleyman ve Fatma’ya; gerçek bir Beyefendi Hamdi KÜLÜNK ve tam bir muhlama ustası eşi Meryem Hanım’a; Tepebaşı’lıların İstanbul’daki temsilcisi Cihan KÜLÜNK’e;  Güneysu İlçe Milli Eğitim Müdürü Adem Hoca’ya, Rahmiye nineye ve tüm bu insanlarla tanışmama vesile olan “göbekten adaşım”, dostum Abdurrahman KÜLÜNK’e teşekkür ederim;  büyükşehirlerde yitirdiğimiz misafirperverliğin ne demek olduğunu öğrettikleri için…