BIST 10.400
DOLAR 32,23
EURO 34,95
ALTIN 2.412,19
HABER /  GÜNCEL

Yayıncılar arasında Gezi Parkı çatlağı!

Türkiye Yayıncılar Birliği üyeleri adına bir açıklama yaparak Gezi Parkı eylemcilerine destek verince yayınevlerinden tepki geldi.

Abone ol

Gezi Parkı işgali sonrası yaşananlar Türkiye gündeminden düşmüyor. Çevreci amacın dışına çıkarak bir çevre katliamına dönüşen eylemler son olarak Türkiye Yayıncılar Birliği'nin gündemine girdi.

Bir basın açıklamasıyla polisin aşırı güç kullanımını ve gözaltıları eleştiren Yayıncılar Birliği sanatçıların, yazarların, gazetecilerin Gezi Parkı Direnişi'ne destek verdikleri gerekçesi ile hedef gösterildiğini iddia etti.

Birlik aynı zamanda "Mesele başka" tweeti ile provokasyona hizmet eden Mehmet Ali Alabora ile "Alışveriş yapmayın ekonomiyi durdurun" tweeti ile ülkeyi kaosa sürükleme çabası içine giren BBC muhabiri Selin Girit'e de sahip çıktı.

"Tiyatro sanatçısı Mehmet Ali Alabora ve BBC muhabiri Selin Girit açıkça hedef olarak gösterildiler. Sosyal medya aracılığıyla görüşlerini açıkladıkları için korkutulup, ölümle tehdit edildiler. Gezi Parkı Direnişi'ni destekleyen sahne sanatçılarının TV dizilerinde, reklamlarda oynamalarının engellendiği, birçok gazetecinin işten atılmakla tehdit edildikleri haberleri geliyor. Gezi Parkı Direnişi'ni canlı olarak yayınlayan televizyon kanallarına çeşitli gerekçelerle ağır para cezaları verildi, kapatılmakla tehdit edildiler. " iddiasında bulunan birliğin basın açıklamasını önceki açıklamalardan farklı olarak aynı zamanda İNGİLİZCE yayınlaması dikkatlerden kaçmadı.

YAYINCILAR BİRLİĞİ'NE İLK TEPKİ ÜYELERDEN

Türkiye Yayıncılar Birliği'nin üyelerinin desteğini almadan yaptığı anlaşılan bu açıklamaya ilk tepki Nesil Yayın Grubu ile Turkuvaz Kitapçılık Yayıncılık'tan geldi.

Basın açıklamasında "Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 27 Haziran 2013 tarihli, tek yanlı, gerçeklerin bir kısmını örtbas, bir kısmını tersyüz eden bildirisini onaylamıyoruz." diyen Nesil Yayın Grubu ve Turkuvaz Kitapçılık Yayıncılık, birliğin açıklamasını "üzüntüyle ve teessüfle" karşıladıklarını ifade etti.

İşte bu iki yayın grubunun Türkiye Yayıncılar Birliği'nin açıklamasına cevap ve tepki olarak yayınlanan basın açıklaması:

"Üyesi bulunduğumuz Türkiye Yayıncılar Birliği adına dün (27 Haziran 2013 Perşembe) yapılmış olan "İfade Özgürlüğü ve Mecralarına Saygı Gösterilmeli" başlıklı basın açıklamasını üzüntüyle ve teessüfle öğrenmiş bulunuyoruz.

Üzüntüyle; çünkü isminin başında ‘Türkiye' ifadesini taşıması Bakanlar Kurulu kararıyla gerçekleşen ve Türkiye'nin yayıncılıktaki bütün seslerini temsil edebilir durumda görüldüğü için bu hakkı edinmiş olan bir kurum, ne yazık ki, Türkiye'de sadece belli seslere açık, ama diğer seslere sağır olduğunu bizzat bu açıklamada gösterir durumdadır.

Üzüntüyle; çünkü, bir kesimin ‘ifade hürriyeti'ne sınırsız bir saygıya davet ederken, bu kesimin sınırsız ‘ifade hürriyeti'nin mağdur ettiği kesimlere dair tek bir ifadenin bulunmaması, bir kasdın eseri değilse, tam bir talihsizliktir. Bildirinin ‘ifade hürriyeti' kapsamında değerlendirdiği olaylar süresince hakarete ve hatta tacize uğrayan; yahut evlerinde tencere-tava gürültüsüyle oturmaya ve gecenin bir vakti korna sesleriyle uyanmaya mahkûm edilen milyonlara dair tek bir kelime yoktur. Bir kadını başörtülü diye altı aylık çocuğuyla birlikte linç etmeye kalkmanın ‘ifade hürriyeti ve mecraları' ile nasıl bir alâkası vardır? Namazın olmazsa olmaz şartı olan ‘temizlik'in korunması için asla ayakkabıyla girilmemesi gereken bir camiye ayakkabıyla girip oturmak ve yatmak, ‘ifade hürriyeti' midir, yoksa ‘kutsala saygısızlık' mıdır? ‘İfade hürriyetini ve mecraları'nı savunan bildiride Türkiye Yayıncılar Birliği adına bütün bu gayriinsanî ve gayrimedenî uygulamalara dair tek bir üzüntü ifadesine ve tek bir uyarıya yer verilmemesi, üzücü ve utandırıcıdır.

Üzüntüyle; çünkü ‘ifade hürriyetine saygı'ya davet eden bu metin, bir sağırlığın yanısıra, yukarıda zikrettiğimiz örneklerin de ortaya koyduğu üzere, bir körlüğü de içerir durumdadır. Bir ay boyunca olup biten herşey, bütün kamuoyunun gözü önünde olmuştur; ama Yayıncılar Birliği'nin bildirisinin ‘ifade hürriyeti'nin ‘bütün mecraları'ndan değil, sadece ‘belli mecralar'ından bakarak hazırlandığı anlaşılmaktadır. Bu yüzden, bildiri, bütüncül bakmaktan, aklıselimden ve adil bir değerlendirmeden uzak durumdadır.

Bunun en bariz örneği, bildirinin ‘ifade hürriyeti' kapsamında değerlendirdiği göstericilerin ‘ifade hürriyetinin mecraları'na yönelik saldırganlığını görmezden gelmesidir. Kamuoyunun gözleri önünde, canlı yayın esnasında, istediği şekilde konuşmuyor diye göstericiler tarafından tokatlanan ve tartaklanan TV muhabirlerine; göstericiler tarafından yıkılıp yakılan canlı yayın araçlarına; ve çalışamaz hale getirilmiş, yakılıp yıkılmış bu yayın araçlarının önünde poz veren, içlerinde bazı gazeteci ve yazarların da olduğu göstericilere dair tek bir kelime yoktur. En kötüsü, bu olayın hükûmetin ifade hürriyeti ve mecraları'na yönelik olarak suçlandığı bir paragrafın cümleleri arasına sıkıştırılarak, bunu yapan hükûmet yetkilileri imiş gibi çirkin bir çarpıtmaya cür'et ve cesaret edilmesidir.

Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, şu soruya cevap vermelidir: ‘İfade hürriyetine ve mecralarına saygı' sadece hükûmetin mi görevidir? Yönetimin kendisini düşünce ve duruş itibarıyla yakın hissettiği mecraların ifade hürriyetine ve bu hürriyetin diğer mecralarına karşı saygısızlık ayrıcalığı mı vardır? Saygı isteyenin saygılı olması, en basit ahlâk kuralıdır.

Teessüfle; çünkü bu bildiri, kendisine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma gibi en basit ve en açık ahlâk ilkesine açıkça duyarsızdır. İfade hürriyeti, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına, eşine ve annesine, ve bu ülkedeki milyonlarca dindar insana terbiyesizce ve saygısızca küfretme, hakaret etme; nefret suçu işleme ve nefret suçuna teşvik etme anlamına asla gelemez. Ancak, bu süreç içerisinde sokaklarda, sosyal medyada, yazılı ve görsel medyada alenen ve milyonlarca kez işlenmiş nefret suçlarına dair tek bir üzüntü ifadesi ve tek bir uyarı, Türkiye Yayıncılar Birliği bildirisinde yoktur.

Şunu belirtelim ki; bu olaylar sırasında gerçekten ‘ifade hürriyeti'ni kullandığı için gözaltına alınan herhangi bir kişi veya bu hürriyete ‘mecra' olduğu için baskı altında kalan herhangi bir kurum varsa, buna karşı elbirliğiyle mücadele verilmelidir. Ama şurası da bir gerçektir: Gazetecilik veya yayıncılık, kimseye suç işleme hakkı tanımaz. İfade hürriyeti, insanları demokratik yollarla seçilmiş meşru hükûmeti devirmek üzere ayaklanmaya çağırmanın, bu uğurda ekonomiyi çökertme davetinde bulunmanın, bu amaçla her türlü manipülasyon, provokasyon ve dezenformasyonun kamuflajı olamaz.

Teessüfle; çünkü bildiri, hükûmeti bu olaylarda belli bir tarafta duran sanatçı, gazeteci, yayıncı ve yazarlara karşı adil olmaya ve ayrımcılık gözetmemeye çağırmakta; ama bu olaylarda hükûmete karşı taraf olanların sergilediği her türlü adaletsiz ve ayrımcı tutumu görmezden gelmektedir. Her türlü vandalizm ve nefret suçunu içerir hale gelen olaylarda ‘ifade hürriyeti'nden provokasyon ve darbe teşebbüsü devşiren belli ‘mecralar'ın kendisi gibi düşünmeyen sanatçı, akademisyen ve yazarlara karşı oluşturduğu medyatik karalama, boykot ve hatta medyatik linç kampanyaları, apaçık ortadadır; ama Türkiye Yayıncılar Birliği bildirisinde ifade hürriyetine ve mecralarına bu yöndeki ‘saygısızlık' hakkında yine tek bir eleştiri ve uyarı bulunmamaktadır.

Teessüfle; çünkü bildiriyi hazırlayan Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, kendi içerisinde hayret verici bir çelişki içindedir. Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, olayların sıcak günlerinde de bir bildiri yayınlamış ve bu bildiride Anayasanın 34. maddesine atıfta bulunarak bu maddenin "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" âmir hükmünü kamuoyuna hatırlatmıştır.

Gerçekten, olan bu mudur? Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, bizzat hatırlatmış olduğu bu anayasa hükmünün içerdiği ‘silahsız ve saldırısız' şartını niye görmezden gelmektedir? Yoksa, Türkiye Yayıncılar Birliği yönetimi, gerçek kurşunlarla iki polisin yaralandığı, yine molotof kokteylleri, taşlar ve sapanlarla yüzlerce insanın yaralandığı, eli silahlı kişilerin göstericileri yönlendirdiği görüntülerin kamuoyunca izlendiği bu olayları ‘silahsız' mı görmektedir? Aynı şekilde, ambulanslar dahil olmak üzere kamu mallarına, Başbakanlık binasına ve ofisine, vatandaşların ise dükkânlarına ve arabalarına yönelik bütün ‘saldırı'ları ‘saldırı' olarak görmemekte midir?

Bütün bu olaylar zincirini ‘silahsız ve saldırısız' imiş gibi sunmak, ‘silahlı ve saldırı'ya karşı bir mesafe koymamak, böylece âdeta bu şiddete arka çıkarken ‘ifade hürriyeti'ne atıfta bulunmak, bütün toplumu huzursuz eden ve meşru bir hükûmeti devirme iradesini içeren bir teşebbüs ortadayken, esef vericidir.

Bu vesileyle, demokratik yollardan seçilmiş meşru bir hükûmetin başbakanına ve bakanlarına atıfta bulunurken ‘hükûmet görevlileri’ gibi bir ifade cimriliğinin tercih edilmesini de demokratik nezakete uygun görmediğimizi bildirmek isteriz.

Diğer taraftan, yapılan anayasal ve yasal düzenlemeler çerçevesinde geçmiş yıllara ve onyıllara göre belli iyileşmeler gerçekleşmiş olsa da, ifade hürriyeti ve mecraları ile ilgili engeller olduğu, hâlâ daha almamız gereken bir yol olduğu bir vâkıadır.

Türkiye Yayıncılar Birliği yönetiminden hem bu yönde de bir çaba beklediğimizi; hem de dün yayınlanmış olan bildirideki tek yanlı, ‘ifade hürriyeti' görüntüsü altında işlenen her türlü saldırganlığa ve nefret suçlarına tavır koymaktan aciz, adaletsiz ve haksız tutumundan dolayı, birliğin bir üyesi olarak, açık ve net bir özür beklediğimizi kamuoyuna duyururuz.

Nesil Yayın Grubu
Turkuvaz Kitapçılık Yayıncılık"