BIST 10.677
DOLAR 32,22
EURO 34,94
ALTIN 2.418,47
HABER /  GÜNCEL

Tribün teröründeki tek suçlu:medya

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, çuvaldızı medyaya batırdı. Dumanlı tribün terörünün endişe verici tırmanışından medyayı sorumlu tuttu.

Abone ol

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı'dan yeni bir özeleştiri daha. Dumanlı, yazısında olayların bu noktaya tırmanmasındaki asıl suçlunun basın olduğunu yazdı:

Olacağı buydu! Futbolla yatıp futbolla kalkan bir ülkenin ruh sağlığının bozulma noktasına geldiğini aklı başında herkes görüyordu. Döner bıçağıyla birbirine saldıran taraftar manzaralarına bile alışmıştı Türkiye. Sonunda olan oldu ve 16 yaşında bir gencimiz (Cihat Aktaş) hayatını kaybetti...

Cihat'ın ölümü üzerine herkes birbirini suçluyor. Ne var ki "gerçek suçlu" bir türlü bulunamıyor. Bulunamaz da. Zira tek sorumlusu yok bu suçun. Herkesin payına düşen bir vebal söz konusu. Acı olan, bazılarının kendi payına düşen sorumluluğu da başkasının üzerine yıkması, bir kenara çekilerek ağıt yakması.

Ölüm Beşiktaş maçında yaşanınca cezayı İnönü Stadı'na kestiler. Menfur olay Fener maçında yaşansaydı Şükrü Saraçoğlu, Galatasaray maçında olsaydı Ali Sami Yen vs. seyirciye kapatılacaktı. Mekanları cezalandırmaya bayılır adalet anlayışımız. Şu anki görüntüye göre en ağır fatura Beşiktaş kulübüne kesildi. Kulüp yöneticilerinin hatalı olduğu iddia edildi. Fazla bilet dağıtılıyormuş, güvenlik tedbirleri zayıfmış vesaire. Kulüp bu tür yanlışların içindeyse soruşturma açılmasını hak ediyor demektir. Ancak Futbol Federasyonu işin kolayını bulmuş.

Dün bu gazetede Karl Heinz Feldkamp'ın yazısını okudunuz. Bir dünya otoritesinin yaklaşımındaki cesareti BJK yöneticileri bile gösteremedi. "Türkiye Futbol Federasyonu tarafından bu cinayet bahane edilerek Beşiktaş'a verilen ceza kesinlikle doğru değil. Bir ülkede futbol federasyonu futbolu güzelleştirmeli." diyen Feldkamp, sağlam delilleri art arda sıralıyor ve tecrübesini konuşturuyor. "Toplumda infiale yol açacak bu tür ağır cinayeti işleyenler kalabalıklara korku salmak ister... Beşiktaş'a üç maç seyircisiz oynama cezası verdirerek, İnönü'de cinayet işleyen bu kişi de Federasyon kararı ile amacına ulaşmış olmuyor mu?.."

Futbol Federasyonu, dünya çapında bir futbol adamının bu keskin suallerine cevap verebilir mi? Değil cevap vermesi kombine bilet sahibi bir adam kalksa Federasyon'u mahkemeye verse "benim suçum ne, niçin bana ceza veriyorsun" dese ona bile karşılık veremeyeceği açık...

Futboldaki şiddetin sorumlusu bir tane değil, dolayısıyla alınacak tedbir de tek bir formülü işaretlemiyor. Belki dürüstçe yapılacak itiraflarla başlanmalı işe. Futbol Federasyonu, kulüp yöneticileri, tribün liderleri, spor dernekleri, güvenlik güçleri... Ve tabii ki medya!

Eğri oturup doğru konuşalım; tribünlerdeki gerginliğin en önemli sebebi medya. Her maçı ölüm kalım havasına sokan, her kaybedilen puanın ardından en ağır sözler eden, her hakem hatasından sonra inanılmaz komplo teorileri üreten tuhaf bir spor medyası var bu ülkede.

Son derece hassas, son derece makul meslektaşlarımız alınmasın. Onların sesi zaten daha kısık çıkıyor. Mutedil spor yazarları belki daha az okunuyor, daha az seyrediliyor. Medyadaki son eğilim daha sert yazmaya, daha kavgacı olmaya teşvik ediyor. Reyting ölçümleri böyle istiyor, tiraj artışları böyle emrediyor. Neredeyse, ekranda hır gür çıkarmayana iş verilmiyor...

Tek suçlu medyadır demiyorum; ancak futbolu çirkinleştirdiği için adeta recm edilenler, bir gün dönüp medyaya seslense ve dese ki "ilk taşı içinizdeki bir günahsız atsın"; spor medyasını kolu kanadı kırık insanlar içinde buluruz. Dünyanın her yerinde spor yorumculuğu, spor eleştirmenliği vardır; ancak bu iş, bizdeki kadar ağır tahrik havası ile yapılmıyor. Sebep çok. Mesela futbol yorumculuğu yapan kişiler genellikle yeşil sahalardan transfer ediliyor. Yaptıkları iş bir çeşit gazetecilik; ancak bu mesleğin temel ilkelerini bilmiyorlar. Yazılan bir cümlenin sosyal bir yarayı nasıl kaşıdığını anlamayanlar var. Sırf reyting olsun diye danışıklı kavgalarda rol alanlar var. Bir zamanlar çalıştığı kulübe vefa borcu ödercesine yorum yapanlar var. Hakemden, hakemlikten, hakem kurumundan intikam alırcasına yüklenenler var...

Büyük takımlar yenilmeye görsün! Kıyametler kopuyor ekranlarda, sütunlarda. Bazıları bu işi adeta kelle avcılığı gibi algılıyor. Teknik direktörleri bir (ya da birkaç) maç sonrası evine postalayanı mı ararsın, futbolcuya jübile yolu açanı mı!

Seyirci de suçlu aslında. Gürültüsü bol "yorumcular"ı fazlaca ciddiye alıyor. Bu insanlar şovlardan etkilenerek kâh yönetimi istifaya davet ediyor, kâh Federasyon'a hakaret ediyor. Zaten seyirci kitlesinin önemli bir kısmının eğitim problemi var. Azımsanmayacak bir kısmı işsiz. Küçümsenmeyecek bir bölümü sosyal bir boşlukta hissediyor kendini. Bu insanlara sportmenliği, centilmenliği salık vereceğine onu kavgaya teşvik etmek bazı 'yorumcular'ın kolayına geliyor. Üzücü olan da bu!

Nedir Allah aşkına şu "pozisyon tekrarları"? Bir mantığı olabilir mi? Maç esnasında bir pozisyon yaşanıyor, saniyelik bir olay için hakem karar vermek zorunda. Akşam koca koca adamlar o pozisyonu onlarca kere seyrederek karar veriyor. Karar da karar olsa bari! Birinin "kesin penaltı" dediğine, diğeri "kesinlikle hakemi aldatmış, oyuncuya kırmızı kart göstermesi gerekir" deyiveriyor. Onlarca "usta yorumcu"nun onlarca kere seyrederek karar veremediği bir an-ı seyyaleyi hakem nasıl yakalasın? Kaldı ki bir maçta o tür pozisyonlar defalarca yaşanıyor...

Televizyondaki spor yorumculuğu "trafik canavarlığı"na benziyor. İtidalini bozmayan, dikkatini dağıtmayanlar olduğu gibi, büyülü stüdyolara girer girmez kendini kaybedenler de oluyor. Ne yazık ki medya yöneticileri aşırı hıza' hatalı sollamaya vs. göz yumuyor. Hal böyle olunca ne yayın ilkesi kalıyor, ne yayın standardı. Teknik analizlerin yerini saç saça, baş başa kavgayı çağrıştıran diyaloglar alıyor. Özel hayatında mutedil karakteriyle tanınan kişiler bile reyting sevdasına kaptırıveriyor kendisini...

Tâ başa dönmek ve sormak gerekiyor: Niçin futbol; daha doğrusu niçin spor? İnsan sağlığı, hoş zaman geçirme, sosyal iletişimler, birliktelikler kurma... Nerede kaldı sportmenlik, nerede kaldı paylaşım?

Cihat Aktaş'ın ölümü herkese yapılan acı bir davettir. "Yanlış adrese gelmiş" diyerek mesajı komşunun posta kutusuna bırakmak, çare değil. En azından medya bu elim olaydan gereken dersi çıkarmalı. Türkiye Spor Yazarları Derneği başta olmak üzere basın kuruluşları harekete geçmeli. En azından medya, kendi kapısının önünü temizlemiş olur...

Cihat’ın fotoğrafı

İnönü Stadyumu'ndaki cinayetin kurbanı Cihat Aktaş'ın fotoğrafı ilginç bir gazetecilik tecrübesidir; sadece Zaman için değil, bu mesleğe gönül veren herkes için...Olaydan hemen sonra bir bayan seyirci "maktul yanımdaydı" diyor ve arkadaşlar fotoğrafı arayıp tarıyor, bahsedilen kareyi buluyor. Şahit "evet o" diyor. Bununla yetinmeyen yazı işleri, fotoğrafları yan yana getiriyor. Hemen herkesin görüşü "evet bu Cihat'ın ta kendisi" şeklinde. Yine de emin olmak istiyor yazı işleri. Merhumun ailesine ulaşmak isteniyor; ancak aile acılar içinde. Yine de yakınlarına ulaşılarak fotoğraf gösteriliyor. Onlar da "evet bu, merhum" deyince fotoğraf basılıyor.

Bir gün sonra bir grup insan Zaman'a geliyor ve fotoğraftaki kişinin kardeşleri Umut Furuncu olduğunu iddia ediyor. Yazı işleri iddiayı ciddiye alıyor ve bir teklifte bulunuyor. "Umut'u gösterin bize, hemen düzeltme yayınlayalım". Cevap olumsuz. "Niçin?" sorusuna cevap şu: "Maça babamdan habersiz gitti, o yüzden sizinle görüştürmeyiz."

Bu arada arkadaşlar maktulün yakınlarına fotoğrafı bir daha gösteriyor. Ailenin neredeyse hepsi fotoğrafın Cihat'a ait olduğu kanaatinde; şüpheli konuşan bir-iki kişi var.

İşin ilginci hemen her gazete maktulle fotoğraftaki kişiyi yan yana getiriyor ve aşırı benzerlikten dolayı onlar da fotoğrafı basıyor. Olaydan iki gün sonra arkadaşlar Umut'a da ulaşıyor; çünkü baba olayı öğrenmiş, Umut'u maça götüren dayıya yeterince sitem etmiştir.

Bunun üzerine Zaman hemen açıklama yapıyor, iki fotoğrafı yan yana basıyor, olayın özetini sunuyor, okuru bilgilendiriyor ve özür dilemiş oluyor. Baştan beri savunduğumuz da bu: Her gazete hata yapabilir. Yeter ki kötü niyetli bir mizansen olmasın işin içinde. Ve hata anlaşılır anlaşılmaz kamuoyu bilgilendirilsin... Zaman, ilkelerinden taviz vermiş değil; vermeyecek de...

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: