Söyleyeceklerimiz var, susalım mı?
Hem ülkemiz hem de dünya tuhaf ve çalkantılı bir dönemden geçerken söylecek bir çift sözümüz var, söylemeyelim mi?
Bir önceki yazımda akademisyenlerin son zamanlarda medyada sergiledikleri rezaletlere karşı bir meslektaş olarak itirazımı dile getirmiş, akademisyenlerin sansasyonel konuşmalardan kaçınmalarını önermiştim. Politik açıdan güç elde etmek ya da şirin görünmek adına alçalmaları ise 28 Şubat dönemindeki öncüllerine benzetmiş idim. Gerçi bu durum akademimizde neredeyse Cumhuriyetle yaşıt kötü bir gelenek ama pespayeleşmesini 28 Şubata bağlamak mümkün. Bu itirazlar pek işe yaramamış olacak ki yine dekan makamını işgal eden bir meslektaşım, makam odası manzarası ile birlikte, mevzusu olmayan bir konuda gereksiz bir çıkış yaparak gündeme oturdu. Bu lüzumsuz ve gereksiz tepişmelere karşı tavrımı açık ettiğim önceki yazıma bazı meslektaşlarımdan anlamlı bir itiraz yükseldi.
İtirazları şu:
“Hem ülkemiz hem de dünya tuhaf ve çalkantılı bir dönemden geçerken
söylecek bir çift sözümüz var, söylemeyelim mi? Üstelik politik
duruşumuzun akademik çalışmalarımızla doğrudan alakası olmak
zorunda değil. Nitekim dünyada en etkin politik muhaliflerinin
başında gelenler -politika ile hiç de ilgili olmayan konularda-
akademik olarak tüm dünyada ün salmış insanlar. Dil bilimde
yaklaşık yarım asırdır temel kuramların bir çoğunu ortaya atan
etkili bir dil bilimci olan Noam Chomsky, Amerikan dış
politikasının en şiddetli muhaliflerinden biri aynı zamanda. Her
fırsatta ve platformda uzmanlık alanı dışındaki politik fikirlerini
ifade ediyor. Türkiyede kısmen daha fazla bilinen ve hemen tüm
eserleri Türkçeye çevrilen karşılaştırmalı edebiyat profesörü
Edward Said, önde gelen politik aktivistlerden biriydi. Uzun süre
Yaser Arafat’a yakın durmuş ve Ortadoğu politikalarında etkin
olmuştu. Hatta Amerika’da Colombia Üniversitesi’nde profesörken,
Filistinli çocuklarla İsrail karakollarına taş atmıştı. Modern
üniversite, her alternatif fikrin rahatlıkla savunulduğu ve
dolayısıyla politik olarak aktif, açık fikirli ve konuşkan bir
akademisyen profilinden oluşmaktadır. Ülkemizde akademi bu temsilin
zaten çok gerisinde. Siz ise susmayı ve sadece teknik meselelerde
konuşmayı öneriyorsunuz”.
Yukarıdaki itiraz oldukça anlamlı ve değerli.
Evet, herkes gibi bizim de memleket hakkında fikirlerimiz var.
Ideal bir akademik ortamda en değerli fikirlerin üniversitelerden
çıkması beklenir. Nitekim yukarıda isimleri sayılan
akademisyenler, hem alanlarına nitelikli katkı sunmuş insanlar hem
de yazılı ve görsel medyada günlük politik konularda çokça konuşan
insanlar/dı. Halen Amerikan ve Batı Avrupa üniversitelerinde
çalışan akademisyenler günlük politik tartışmalarda aktifler.
Yazılı ve görsel medyanın yanında sosyal medyada oldukça görünür
durumdalar. Burada herhangi bir yanlışlık yok.
Ancak, geçen yazıda itiraz ettiğim konu bu değildi. Akademisyen
olsun olmasın herkesin herhangi bir platformda herhangi bir konu
hakkında fikir beyan etmesinin tartışılması bile saçma. İtiraz
ettiğim temel husus, akademik unvanlar kullanılarak uzmanlık sahası
dışındaki alanlarda uzmanmış gibi demeç verilmesi idi. Mühendis
kökenli bir rektörün farz, vacip, müstehap gibi fıkıh bilim dalının
teknik konularında ahkam kesmesi, ya da tarih uzmanının ölçme
değerlendirme alanında teknik tartışmalara girmesine itirazım
var.
Akademik unvanların politik konularda hasımları ezmek için
kullanImasına da itirazım var. Konu belediye seçimlerde partilerin
aday belirleme çalışmaları. Yorumlayan kişi ekranın alt yarısını
doldurcak kadar akademik unvan ile konuşuyor ama konu ile ilgili
tek bir akademik çalışması yok. Sahip olduğu akademik unvanın konu
ile ilgisi yok. Konuştuğu konuda ancak herhangi birimiz kadar
bilgiye sahip. Fikre değil alakasız bir konuda edindiği unvana
dayanarak konuşuyor.
Bir diğer itirazım ise herhangi bir fikir ifade etmeyen sansasyonel
konuşmalara idi. Herhangi bir vatandaşın ağzından dökülünce bir
anlam ifade etmeyecek teknik saçmalıkların, şehir efsanelerinin
veya savsataların bir akademisyene söyletilerek gündeme taşınması,
artık neredeyse rutin bir hal aldı.
Son bir not: sansasyonel çıkışlardan sonra koltuğu en kolay
kaybeden meslek akademisyenlik. Bunun için sadece son bir kaç
haftadır idari görevlerinden istifa etmek zorunda kalan
akademisyenlere bakmak yeterli.
Bunlara itirazım var. Yoksa, fikir beyan etme hakkına herkes gibi akademisyenler de sahip.