BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70

Siyaset bezirganları

Geçen hafta ülkemiz bir dava sonucu ile Türkiye siyasetinde kronikleşmiş bir durumla karşılaştı. Mesut Yılmaz  Yüce Divanda yargılandı ve beraat etti. Aslında durum hiç de adilane olmayan bir şekilde sonuçlandı. Bir dava düşünün ki 5 yıl boyunca devam ediyor. Bu kadar uzun süren bir davadaki yargılama sürecinin sağlık işlediğine, adaletin yerini bulduğuna tam olarak inanabilir miyiz, yargıya bu noktada gerçekten güvenebilir miyiz? Varılan sonuçta herkesin kafasında beliren bu sorular yanıt bulamadan kaybolup gitmeye mahkum gibi görünüyor.

 

Ülkemiz de kamu idaresinde yönetici olarak görev yapan kişilerin kamusal görevleri yürütürken işledikleri suçlar için yargılanmak üzere sevkedildikleri son merci, adaletin son durağı Yüce Divandır.  Ancak geçen hafta yargının Mesut Yılmaz hakkında aldığı karar, artık klasikler arasına girmiş “Geç gelen adalet adalet değildir” konulu filmin senaryosuna katkıda bulunmak dışında bir işlev görmedi. Mesut Yılmaz çıkarılan aflardan yararlanarak kendince aklanmış oldu. Aklanır aklanmaz siyasete dönüş mesajları vermeye başladı ve yanında yöresinde bir anda çoğalıveren yandaşları, yakınları hemşehrileri ona alkışlarıyla sahip çıktılar.

 

Gene geçtiğimiz hafta Adana’nın bir köyünde köylülerin büyük çoğunluğunun aldıkları kredileri ödeyemedikleri için hapis cezasına çarptırıldıklarını öğrendik. Köylülerin ceza almalarına sebep olan ödeyemedikleri kredi borçları hiç de astronomik rakamlar değildi. Zavallı köylülerin bir bölümü ne yapalım cezamızı çekeriz diyerek hapse giriyor, bazıları ise neleri var neleri yoksa satıp köylerini terk ediyor.

 

Bu iki olayın ve iki yargı sürecinin aynı ülkede aynı adli kurumlarda gerçekleştiğine inanmak ne kadar zor geliyor değil mi? Bir tarafta birileri milyon dolarları cebine indiriyor, bankalarda binlerce insana ait birikimleri çalıyor ve bütün bunların karşılığında hiçbir yaptırım uygulanmadan ceza almadan işin içinden sıyrılıyor. Banka soyguncularını ödüllendiren aynı devlet Adananın fakir bir köyünün başına kabus gibi çöküyor, köylüleri yerinden yurdundan ediyor, ama ülke içinde ve ülke dışında yatlara katlara tripleks villalara giderek daha çok yerleşen hortumcuları bulmakta aciz kalıyor. Üstelik bu hortumcuları teşvik eden onlara ortam hazırlayıp faaliyetlerine çanak tutan ülke başbakanı, bankalardan sorumlu devlet bakanı ve ekonomiyle ilgili diğer bakanlardan hiçbiri olan bitenlerden nedense sorumlu tutulmuyor. Yıllar sonra “aklanan” bu zatı muhteremler “nerede kalmıştık” diyerek siyasete dönüyorlar.

 

Bir türlü kapanamayan borç açığında, suni olarak bastırılmaya çalışılan ama en küçük istikrarsızlıkta vatandaşın alım gücünün alaşağı eden enflasyonda başrolü oynayan , ortaya çıkıp utanmadan “verdimse ben verdim” diyen bu kişileri nasıl unutmamızı beklersiniz?  Her tarafı hortumlar sardığında siz iktidarda değil miydiniz?

 

Biz olanları unutmadık sayın Mesut Yılmaz, unutmayacağız.

 

Fakir köylüleri hapse gönderilen ceberut olan devlet, hortumculara karşı aciz kalmaya devam ettikçe maalesef siyaset bezirganları hep karşımıza çıkacaklar. Yağmalama ve soyma felsefesini  kapitalist anti demokratik söylemlerin içine habire karıştırarak milletin önüne  temcit  pilavı gibi sürecekler. Bu kez yemeyeceğiz, bu kez bu pilavı yediremeyeceksiniz!