BIST 10.698
DOLAR 32,20
EURO 35,04
ALTIN 2.527,64
HABER /  GÜNCEL

Sezer uyumlu değil

Yargitay eski Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer için, "uyumlu biri değil ama son bir yılda olgunlaştı" yorumunu yaptı.

Abone ol

Zaman gazetesinden Nuriye Akman ile röportaj yapan Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Sezer hakkında ilginç bir yorumda bulundu: “Sezer uyumlu biri değil, ama son bir yılda olgunlaştı” İşte Savaş’ın açıklamaları: Sezer uyumlu biri değil; ama son bir yılda olgunlaştı Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Vural Savaş, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hassas ve fazla alıngan bir kişi olduğu görüşünde. Nuriye Akman’a konuşan Savaş, devlet yönetiminin bambaşka bir şey olduğuna işaret ederek, dış ve iç politika meselelerini, sadece hukuk bilgisiyle değerlendirmenin yanlış olduğunu söyledi. Ancak Sezer’in son bir yılda olgunlaştığını belirten Savaş, “Genelkurmay başkanımızla, MİT başkanıyla konuşa konuşa, her şeyden önemlisi MGK toplantılarında söylenenleri dinleye dinleye hakimlik pozisyonuyla kavranamayacak; ancak tecrübeyle kavranabilecek pek çok devlet bilgisine erişti.” dedi. Emeklilik ikramiyenizi nasıl değerlendirdiniz? 20 milyar lira civarında bir şey aldım. 7–8 milyarıyla, beni koruyacak polis arkadaşlara bir araba aldım. Bu resmi bir araç olmadığı için benzin parasını da benim koymam gerekiyordu. Bir yıl sonra, bütçemi zorlamaya başladı. Ben de elden çıkardım. Zaten devletin bana verdiği bir araç vardı. Araç, korunana değil, koruyana veriliyor. Efendim işte, Vural Savaş’ın korunmasında kullanılmak üzere. Tabii o araç biraz daha bakımlı olduğu için, ben direkt diyebilirdim ki, alın bunu kullanın. Ama aracın fazla kullanılmasını, yıpranmasını istemedim. O arkadaşlar çağırdığım zaman benim aldığım arabayla gelsinler diye düşündüm. Son yönerge değişikliğinin sizi hedef aldığını söylediniz; ama yaklaşık bin kişi korunuyor, sadece siz değil ki... Mesele şu: İşe önce korumalı lojmandan çıkarmayla başladılar. “Bunları tasarruf amacıyla yaptık” diyorlar. Bilakis korumalı lojmanlar kadar tasarruf sağlayan bir şey yok Türkiye’de. Site gibi bir yerde veya bir binada, bir karakol kuruluyor. Peki bu olmasa ne olacak? Her biri ayrı semtlerde bir ev tutacaklar. Risk artacak, her apartman dairesinin önüne bir karakol kurulacak. Koruma ile görevliler artacak. Benzin paralarını düşünün. Ayrıca Maliye’nin o korumalı lojmanından tüm korunanlar çıkarılmadı. Sadece dört adliye mensubu içindi bu karar. Hepimiz çıktık. Askerler kaldı, biz çıktık Yani askerler kaldı, siviller çıkarıldı diyorsunuz? Efendim şimdi yanlış anlaşılmasın, emekli genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları ve sivillerden dört kişi yararlanıyorduk. Tek sivilleri çıkarıp bunu tasarruf tedbiri gibi gösterdikleri için bunları açıklıyorum. Korunanın ait olduğu kurum, yani sizi Yargıtay koruyacak artık. Yargıtay Başkanı açıkladı. Elinde bize tahsis edilecek doğru düzgün araç yok. Ayrıca diyor ki: “Aracımız olsa dahi benzinini, ikmalini, bakımını üstlenmemiz isteniyor. Bizim ödeneğimiz buna elverişli değil.” Ben yıllarca Yargıtay üyeliği yaptım. Bir tek araç, 5 üyeyi birden evlerine götürür. Aracın benzini için aramızda para topluyorduk. Daha önce de bu “kendi müesseseleri araç tahsisi yapacak” mevzuu oldu. Ben derhal, Ankara Valiliği’ne yazı yazdım. “Yargıtay’da öyle bir imkan yok. Korumanın nasıl yapılacağını siz düşünün. Ben kurumuma başvurmayacağım.” dedim. Ve onun üzerine Başbakanlık işte bana son alınan aracı geri aldı. Ama Başbakanlık tarafından verilen tüm koruma araçlarının, korunan kişinin bağlı olduğu kuruma devredileceği açıklandı. Bunlar çarpıtmak için böyle söylüyor. Fiilen bunun işlemeyeceğini kendileri biliyor. Bir de geçici madde koymuşlar: Verilecek araç, eli yüzü düzgün bir araç olamaz. Diğer alelade korumalara verilen araçlar olur. Peki kardeşim, biz iyi kötü bu memlekette bir makamı temsil etmişiz, bilmem ne yapmışız. Yani Mercedes gibi durumunuza uygun araç mı olmalı? Yok efendim biz demiyoruz ki Mercedes’ler, bilmem neler alınsın. Bana verilen araç 2000 model Opel Vectra idi. Üç senedir biniyorduk bu araca, hiçbir şikayetimiz yoktu. Yani sıfatımıza da uygun, bir yere gittiğimizde düzgün bir araç. Ama şimdi konan geçici madde ile öyle bir araç da bize verilemeyecek. Peki herkes korunmalı mı sizce? Sırf bir insan belli unvanlar aldı diye, fi tarihinde bakanlık yapmış diye niye korunsun? Ben dahil her sene bu adama yaptığı hizmetler dolayısıyla tehlikeler devam ediyor mu diye, objektif bir değerlendirme yapılsın. Her başsavcılık yapan da korunmasın. Böyle bir kurulun başkanı olsaydınız, kaç kişinin korunmasını uygun görürdünüz? Ordu mensupları dışında, sivillerden korunan bir eski başsavcı var, bir de Yargıtay başkanları. Yani beş–altı kişiyi geçmez. Bunlar dahi değerlendirilsin diyorum. “Bundan sonra başıma geleceklerin sorumlularının bugünden anlaşılması için tarihe not düşüyorum.” diyorsunuz, yetkililere gönderdiğiniz yazıda. Ama böyle söyleyerek, tehlikeyi artırmış, kendinizi hedef göstermiş olmuyor musunuz? Peki susalım mı? O yazıda yazdıklarım ciddi bir durumdur, yetkililerin bilmesinde yarar var. Ben yaratılış itibarıyla dünyadaki en cesur insanlardan biriyim. Bugün yine çıktım, sporumu yalnız başıma yaptım. Bir ayda değişik illerde on konferans verdim. Konferanslarıma devam edeceğim. Koruma aracı, Ankara’dan ziyade bana dışarıda lazım. Tabii şimdi otobüsle gideceğim, garajlarda ineceğim. Çünkü ben kendim araç kullanamıyorum. Asabiyet mazeretiniz mi var? Değil, benim üç çocuğum var, uzun yıllar araç alacak durumumuz yoktu. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olunca devlet araç tahsis etti. Fakat kaldığımız lojmana otobüs çalışıyordu. Ona binip gidiyordum. Başsavcı oldum, mecburen resmi araçlara bindim. Araba kullanma alışkanlığım var esasında; ama ehliyetim yoktu, yıllarca da araç kullanmamıştım. Demek ehliyetsiz araba kullandınız. 63 yaşında ehliyet aldım. Fakat çocuklarım, eşim, çok tehlikeli araç kullanıyorsun diye oturup evde ağlıyorlar. Onun üzerine, aracı çocuklarıma verdim. Ehliyetsiz kamyon kullandım Takıldım ben şimdi. Ehliyetiniz yokken de araba kullanıyordunuz… Askerde, vs’de kullandım. Gençliğimizde kullanırdık, bayağı iyi kullanıyor zannediyordum kendimi o zaman. Askere gittim 59’da. Şoförlere kurs verecek kimse yok. Çağırdı beni yüzbaşı, “Erler çalıştırılacak.” dedi. Ben hiç aracın üzerine çıkmamışım. Dedi “gel ben sana öğreteyim”. Kullana kullana öğrendim. Şoför kursuna gelen erleri ben yetiştirmeye başladım. Bizim tabur Urfa’dan Siirt’e intikal ediyordu, koskoca bir askeri kamyonu ben götürdüm. Ve ehliyetsiz! Ama bunlar 1959’da olan şeyler. Ama daha sonra da kullanmışsınız. Hemen hemen hiç kullanmadım. Diyorsunuz ki, “Bundan sonra araç tahsisi için herhangi bir kuruma başvurmayacağım”. Neden ki? Bir intihar psikolojisi mi var sizde? (Gülüyor) Yok efendim. Ben çok neşeli bir insanım. Onlar sizi cezalandırıyor diye siz de onları cezalandırmak istemiyor musunuz yani? Ben çok onurlu bir insanım. Yargıtay üyeleri bile ceplerinden ilave para koyarak evlerine gidip geliyor. Bunu bilirken, niye gidip kurumuma başvurayım? Babamın bize bir nasihati vardı: “Bilmem nereni kes, kasaba minnet etme.” Bu ev sizin mi? Hayır, astronomik bir kirayla oturuyorum. 800 dolar veriyoruz. Bütçemiz böyle bir ev almaya müsait değil. Niye böyle bir evi tercih ettik? Muammer Aksoy, kapısı sokağa açıldığı için, çıkarken öldürüldü. Ahmet Taner Kışlalı da, Uğur Mumcu da, Necip Hablemitoğlu da arabayı sokağa bıraktıkları için arabalarına bomba konuldu. Ben böyle bir binaya değil, alelade bir apartman dairesine çıksaydım, yani giriş çıkış kontrolü olmasa, mecburen kapımın önüne polis kulübesi konacaktı. O üç çocuk, yaz kış beni bekleyecekti. Bizim hanım hassas, onlara yemek taşı, çay götür. Acıyoruz, evladı gibi oluyor insanın. Düşündük, taşındık, dedik ki: Sigaramız yok, içkimiz yok. Bütçemizi zorlayalım, korunaklı bir eve girelim. Şu anda ben, inanın imza vermişim, kapımın önünde polis istemiyorum diye. Çünkü siteye girerken iyi kötü korunuyor. Ahmet Necdet Sezer’le bir dönem ciddi polemikler yaşadınız. Şimdi çizgisini nasıl buluyorsunuz? Ben hiçbir şeyi kişiselleştirmem. Recep Tayyip Erdoğan “Vur de vuralım, öl de ölelim” dediği için hakkında dava açılmıştı Kartal’da. Fakat yasa çıktı, büyük şehir belediye başkanlarının soruşturması Yargıtay başsavcılarına verildi. Baktım kendi olayım hakkında kendim dava açmak zorunda kalacağım. Bastırdım takipsizlik kararını. Cumhurbaşkanı’mızla ihtilafınızın altında ne var? Kendisi hassas bir kişidir. Fazla alıngandır. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi üyeliği için başvurmuş. Üç kişi tespit edilecek, Cumhurbaşkanı Kenan Evren de bir kişiyi seçecek. Ahmet Necdet Sezer ikinci olmuş. O sırada Yargıtay’da bir söylenti çıkıyor; “Evren birinciyi seçmiş” diye. Bir Yargıtay üyesi, hukuktan sınıf arkadaşı, kendisine “geçmiş olsun” demiş. “Vay sen bana geçmiş olsun” dedin diye kızıyor. Sonradan “Ahmet Necdet Sezer seçildi” diye haber gelmiş. Cumhurbaşkanı seçildiği güne kadar, onunla konuşmamış. Şimdi o arkadaş diyormuş ki karşılaştıklarında, “Ya kardeşim Ahmet, böyle bir olayla sen karşılaşsan ne derdin? Bir söylenti çıktı başkası seçilmiş diye. Ben de sana koridorda rastladım, ‘geçmiş olsun’ dedim. Bu kadar alınacak, büyütülecek mesele mi?” En sonunda diyor bu kişi, “Bütün sınıf arkadaşları olarak, cumhurbaşkanı seçilince kutlamaya karar verdik, ben de gittim. O zaman bana ‘Nasılsın?’ dedi.” Mesela Sezer, bugün YÖK Başkanı’yla kesinlikle konuşmuyor. O neden? Anayasa Mahkemesi başkanıyken bazı yasalarda Anayasa’ya aykırı hükümler olduğunu söylemiş. Aralarında YÖK Yasası’nı da saydığı için, Kemal Gürüz resmen yazı yazmış. Demiş: “Böyle bir iddiada bulundunuz, biz de bu yasayı uygulayan kişileriz. Hangi madde Anayasa’ya aykırıdır bildirirseniz memnun olurum.” İşte bu yazı dolayısıyla konuşmuyor şimdi. İkinizin arasındaki mesele nedir? Ben HADEP’in kapatılması için dava açınca, seçimler de yaklaşıyor, deliller de çok aleyhte, bu partiyi seçimlere sokmamak için karar verin diye Anayasa Mahkemesi’ne başvurdum. Çok iyi hazırlandım. Gösterdiğim gerekçelere, belgelere rağmen, üç cümle cevap verdiler: “Yasada açık hüküm olmadığından talebin reddine.” Ben bir süre bekledim; ama pek çok hukukçuyla bunu tartıştım. Onları derledim. Fakat esas onları çileden çıkaran, tahmin ediyorum ki, bir yüzbaşının bana yazdığı mektup oldu: “Bunu dağ başında yazıyorum, PKK ile mücadelede. Biz bu Anayasa Mahkemesi kararı ile arkadan vurulduk. Eğer Türk milleti ülke bütünlüğünü korumaya çalıştığımız için dağ başlarında bize minnettarsa, biz de Vural Savaş’a minnettarız.” diyordu. Ben resmi yazıyla dedim ki: “Konuştuğum hiçbir hukukçu sizi haklı bulmadı. Cumhurbaşkanımız Demirel de bu konuda şunu söylüyor.” Bu mektuptan da bu pasajı yazdım. Mektubun kendisini de Anayasa Mahkemesi’ne gönderdim. Hadep davası aramızı bozdu! Arkasından Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümünde Ahmet Necdet Sezer, dedi ki: “Bazı hukukçular, haksız talepleri kabul edilmedi diye beyanda bulunuyorlar. Bu beyanlar da mahkememizi yıpratıyor.” Evet. Bunun üzerine bir basın toplantısı yaptım, “Bu sözler banaysa” dedim, “Anayasa’ya aykırı hiçbir talebimiz olmamıştır. Esas talebimizin kabul edilmemesi hukuka aykırıdır.” Tabii onu yakından tanığım için, beni artık seçmeyeceğini tahmin ediyordum. Herkes kırmızı ışıkta durdu, bilmem ne yaptı diye kendisini alkışladı. O hareketi hukuka uygun değil. Korunan kişiler kırmızı ışıkta durursa görevlilerin işini zorlaştırırsınız. Yine de ben Vural Savaş’lığımı yapmışımdır. O ara, birtakım dış güçler hükümetin yıpranmasını istiyordu. Cumhurbaşkanı’nın hükümete karşı tutumları dolayısıyla kendisine büyük bir medya desteği hasıl oldu. O zaman ne hükümete karşı yaptıklarını, ne o kırmızı ışık meselesinde onu alkışladım. Ama af kanunu meselesinde ben de alkışladım. Milletvekili maaşlarını veto etti, alkışladım; ama bir yandan da üzüldüm. Çünkü aynı değişiklikle, parti kapatma davalarını zorlaştıracak hükümler de geçmişti. Tuttu, asıl rejimimizle ilgili o maddeyi veto etmedi. Şu anda, şeriatçı tanınmayan birinin, bir ilkokula müdür bile olacağına inanmıyorum. Cumhurbaşkanı o ara irticai kadrolaşma konusunda çok titizlik gösterdi. Atamalar konusundaki tavrını nasıl buluyorsunuz? Yargıyla ilgili atamaları dedikodulara sebep oluyor. Mesela üç isimden veya beş isimden birini seçecek, hiçbir zaman birinci sıradakileri seçmiyor. Tabii bu Yargıtay’da şu şekilde yorumlanıyor. Kendisi de birinci sıraya geçmediği için adeta kıskanıyor deniyor; ama belki de samimi olarak “en iyisini seçeyim” diyordur. Bunların ölçüsünü bulmak zor. Nereye kimi seçmişse, esasında benim de rahatlıkla oy kullanabileceğim kişiler. Yani o bakımdan destekliyorsunuz bugün onu? Belki olgunlaştı, belki başka nedenden, son bir yılda Cumhurbaşkanı’mızı son derece başarılı buluyorum. Devlet yönetimi bambaşka bir şey. İsmet Paşa ile On Yıl kitabında Metin Toker ilginç bir şey açıklıyor. Gelmiş geçmiş en iyi hukukçulardan biri kabul edilen Recai Seçkin Bey’e başbakanlık teklifi yapmışlar. O da demiş ki: “Devlet idaresi bambaşka bir şey. Ben iyi bir hukukçu olabilirim; ama birikimim itibarıyla bunu yapabileceğime tam bir kanaat gelmedi.” Hakikaten dış ve iç politika meselelerini, sadece hukuk bilgisiyle değerlendirmek olacak şey değil. Şimdi devletin arşivleriyle yüz yüze gele gele, bilmem ne yapa yapa, Genelkurmay başkanımızla, MİT başkanıyla konuşa konuşa, her şeyden önemlisi, MGK toplantılarında söylenenleri dinleye dinleye, elbette hakimlik pozisyonuyla kavranamayacak; ancak tecrübeyle kavranabilecek pek çok devlet bilgisine erişti. Bazıları da derin devlet tarafından kuşatıldığı, ister istemez sistemin onu doğru yola getirdiği yorumunda bulundu. İkiz yasalar gibi MGK’ya getirilmiş bazı mevzularda, Genelkurmay’ımız buna mutlak şekilde, şerh konulması gerektiği görüşünde olmasına rağmen Cumhurbaşkanımız veto etmedi. Yani o kadar da kuşatılmış bir insan gibi görünmüyor. Demirel’in cumhurbaşkanlığı devam etseydi, ne iktisadi kriz bu boyutlara varırdı, ne dış politikamız bu kadar bizi çıkmaza sokacak hale gelirdi. Avrasya ile münasebetlerimiz, o zamankinden geriye gitti. Her konuda tecrübe noksanlığı da diyebilirsiniz, ufuk meselesi de diyebilirsiniz. Kurumlar arasında uyum sağlama cumhurbaşkanına düşen en büyük görev. Bu açıdan cumhurbaşkanı olarak ismi geçtiğinde bu görev için hiç uygun olmayan tek kişi kim deseler onu düşünürdüm. Hayatı boyunca uyumlu bir insan olduğunu zannetmiyorum. Tabii kendi dostları dışında. Zaman [ Nuriye AKMAN ]