BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70

Osmanlı dirilmeli mi, hortlamalı mı?

Dirilmek ile hortlamak arasındaki en büyük “benzerlik”, her iki kelimenin öznesinin bir “ölü” den ibaret olmasıdır..

İkisinin arasındaki en büyük “fark” ise, hortlaklardan korkulması gerçeğidir. Yani, dirilmesini isteyenler, genelde daha önce ölmüş olan şeyden sağlığında korkmamış olanlardır.

Siz, hiç ölen birisiyle yakın ilişki içinde olan birisinden “eyvah hortladı!” diye bir cümle duydunuz mu?

Evet bu hortlak meselesi, geçenlerde Herald Tribune gazetesinde çıkan makalenin Türkçe çevirisini okuyunca dikkatimi çekti.

Sözkonusu gazetede yazar, “Osmanlı hortluyor mu?” içeriğinde bir makale yazarak, Osmanlı’nın kudret, asalet, adalet ve azametinden bahsederek, son savaş dolayısıyla ortaya çıkan durumu özetliyordu.. Bir nevi, “Öldürerek özgürleştirmek” denilen “post-mistik” anlayışı sorguluyordu.

Batı’nın Osmanlı’ya olan ilgisinin, Türkiye’nin Osmanlı’ya olan ilgisizliğinin had safhada olduğu bir zaman dilimine denk düşmesi elbette garip bir tecellidir.

Batı’nın “sessiz çığlığı” ortalığı kaplarken, her konuda sözü olan bizim Türk aydınının Osmanlı karşısındaki “çığlıksız sesinin” yankısı, elbette “kuru gürültüye” kurban gidecektir!

Milli Eğitim kitaplarımızda yer alan ve “Yunan’ı denize döktüğümüz” günün tarihini, İzmir’de bir Üniversite’ye ad olarak koyan Türkiye’nin aydını ile “6-7 Eylül 1955” deki olayları hatırlatarak, sırf o günün hükümetine karşı çıkmak için “ah zavallı Rum azınlıklar” diye “uzo eşliğinde sirtaki” oynayan aydınların aynı olması, ya "aydın sapmasının" ya da “cibilliyet kırılmasının” bir işaretidir..

Çok sevdiğim bir söz olan, “tarihini bilmeyen bir milletin coğrafyasını başkaları tayin eder” sözünü kulağına küpe etmesi gerekenlerin, kulaktan dolma bilgilere teşne olması ve bu sözü kulak arkası yapması, “fecilik tacirliği” değil de nedir?

Hürriyet gazetesinin “tarih” ilavesinin ilave parayla satılmasının arkasındaki gerçek de budur..Çünkü, maalesef yeterli okuyucusu olmadığından reklam alamamakta ve giderini amortise edememektedir.

Oysa gazetelerin turizm, otomotiv, kozmetik ilaveleri reklam alabildiğinden ücretsiz verilebilmektedir.

Gerçi, tarih “bedavaya” kurulmadığından, tarihin bedava satılması düşünülemez diyebilirsiniz!

Evet, bu satırların yazılmasının gayesi, bazı hamakat erbabının ve hamaset eşrafının çarpıttığı gibi, Osmanlı’yı geri getirelim, Cumhuriyet’i yıkalım, Musul- Kerkük’ü işgal, Kıbrıs’ı ilhak edelim düşüncesi değildir.

Atatürk’ün en büyük devrimi olan Cumhuriyet rejimini devirmek isteyen ve idarenin babadan oğula ya da kardeşe geçmesini arzu eden insanların varlığının, Cumhuriyetin eğitiminden geçen insanların arasından çıkması da tuhaf bir çelişki aslında..

Her tarafını altınla kapatarak kendine bir “ev” inşa eden Osmanlı’nın son dönem padişahlarının o ruhsuzluğunu, Osmanlı’ya karşı çıkmanın örneği olarak göstermek ile; Cumhuriyet Türkiye’sinin bazı uygulamalarının ruhsuzluğunu ileri sürüp, bunu Atatürk’e ve Cumhuriyet rejiminin bizatihi kendisine tahvil edenlerin bakış açısı arasında ne fark vardır?

13 yıl önce soğuk savaş bittiğinde Bosna’daki Mostar köprüsünü; devam eden şu son savaş dolayısıyla Irak’taki hicaz demiryolunu hatırlayan bizlerin, tarih bilincini edinmesi için hep savaş mı olması gerekiyor?

Hep “savaş” dolayısıyla tarihi öğrenmemek için “savaşım” vermek bu kadar zor mudur?

Ruhsuzluk zehiri alyuvarlarında dolaşan aydın numunelerinin Osmanlı kompleksi o kadar büyüktür ki, bunu hiçbir gazete ilavesinin tedavi edeceğini sanmıyorum!