Osmanlı dirilmeli mi, hortlamalı mı?
Dirilmek ile hortlamak arasındaki en büyük “benzerlik”, her iki
kelimenin öznesinin bir “ölü” den ibaret olmasıdır..
İkisinin arasındaki en büyük “fark” ise, hortlaklardan korkulması
gerçeğidir. Yani, dirilmesini isteyenler, genelde daha önce ölmüş
olan şeyden sağlığında korkmamış olanlardır.
Siz, hiç ölen birisiyle yakın ilişki içinde olan birisinden “eyvah
hortladı!” diye bir cümle duydunuz mu?
Evet bu hortlak meselesi, geçenlerde Herald Tribune gazetesinde
çıkan makalenin Türkçe çevirisini okuyunca dikkatimi çekti.
Sözkonusu gazetede yazar, “Osmanlı hortluyor mu?” içeriğinde bir
makale yazarak, Osmanlı’nın kudret, asalet, adalet ve azametinden
bahsederek, son savaş dolayısıyla ortaya çıkan durumu özetliyordu..
Bir nevi, “Öldürerek özgürleştirmek” denilen “post-mistik” anlayışı
sorguluyordu.
Batı’nın Osmanlı’ya olan ilgisinin, Türkiye’nin Osmanlı’ya olan
ilgisizliğinin had safhada olduğu bir zaman dilimine denk düşmesi
elbette garip bir tecellidir.
Batı’nın “sessiz çığlığı” ortalığı kaplarken, her konuda sözü olan
bizim Türk aydınının Osmanlı karşısındaki “çığlıksız sesinin”
yankısı, elbette “kuru gürültüye” kurban gidecektir!
Milli Eğitim kitaplarımızda yer alan ve “Yunan’ı denize döktüğümüz”
günün tarihini, İzmir’de bir Üniversite’ye ad olarak koyan
Türkiye’nin aydını ile “6-7 Eylül 1955” deki olayları hatırlatarak,
sırf o günün hükümetine karşı çıkmak için “ah zavallı Rum
azınlıklar” diye “uzo eşliğinde sirtaki” oynayan aydınların aynı
olması, ya "aydın sapmasının" ya da “cibilliyet kırılmasının” bir
işaretidir..
Çok sevdiğim bir söz olan, “tarihini bilmeyen bir milletin
coğrafyasını başkaları tayin eder” sözünü kulağına küpe etmesi
gerekenlerin, kulaktan dolma bilgilere teşne olması ve bu sözü
kulak arkası yapması, “fecilik tacirliği” değil de nedir?
Hürriyet gazetesinin “tarih” ilavesinin ilave parayla satılmasının
arkasındaki gerçek de budur..Çünkü, maalesef yeterli okuyucusu
olmadığından reklam alamamakta ve giderini amortise
edememektedir.
Oysa gazetelerin turizm, otomotiv, kozmetik ilaveleri reklam
alabildiğinden ücretsiz verilebilmektedir.
Gerçi, tarih “bedavaya” kurulmadığından, tarihin bedava satılması
düşünülemez diyebilirsiniz!
Evet, bu satırların yazılmasının gayesi, bazı hamakat erbabının ve
hamaset eşrafının çarpıttığı gibi, Osmanlı’yı geri getirelim,
Cumhuriyet’i yıkalım, Musul- Kerkük’ü işgal, Kıbrıs’ı ilhak edelim
düşüncesi değildir.
Atatürk’ün en büyük devrimi olan Cumhuriyet rejimini devirmek
isteyen ve idarenin babadan oğula ya da kardeşe geçmesini arzu eden
insanların varlığının, Cumhuriyetin eğitiminden geçen insanların
arasından çıkması da tuhaf bir çelişki aslında..
Her tarafını altınla kapatarak kendine bir “ev” inşa eden
Osmanlı’nın son dönem padişahlarının o ruhsuzluğunu, Osmanlı’ya
karşı çıkmanın örneği olarak göstermek ile; Cumhuriyet
Türkiye’sinin bazı uygulamalarının ruhsuzluğunu ileri sürüp, bunu
Atatürk’e ve Cumhuriyet rejiminin bizatihi kendisine tahvil
edenlerin bakış açısı arasında ne fark vardır?
13 yıl önce soğuk savaş bittiğinde Bosna’daki Mostar köprüsünü;
devam eden şu son savaş dolayısıyla Irak’taki hicaz demiryolunu
hatırlayan bizlerin, tarih bilincini edinmesi için hep savaş mı
olması gerekiyor?
Hep “savaş” dolayısıyla tarihi öğrenmemek için “savaşım” vermek bu
kadar zor mudur?
Ruhsuzluk zehiri alyuvarlarında dolaşan aydın numunelerinin Osmanlı
kompleksi o kadar büyüktür ki, bunu hiçbir gazete ilavesinin tedavi
edeceğini sanmıyorum!