BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53
HABER /  GÜNCEL

MGK ile ilgili dökümanların çoğu gizlenmemeli

Zaman Gazetesi Yazarı Nuriye Akman Bakan Abdüllatif Şener'i siyasi söylemlerin dışında bir röportaj yapmaya zorladı, ama olmadı...

Abone ol

Kamuoyu, Abdüllatif Şener’i siyasi ve ekonomik söyleminin dışında pek tanımaz. Bu açığı kapamak istedim; ama ne benim sorularım onu memnun etti ne de onun cevapları beni. Sorarken ben onun misafiriydim, şu anda da o benim. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer diye kendimizi teselli edelim. Sayın bakanla hafta başında konuştuk. Ona Uzanlar’ın Adabank’ında bir problem olup olmadığını sordum, “Zannetmiyorum” cevabını verdi. Ama dünkü gazeteler BDDK yetkilileri ve mali polisin Adabank’ı nasıl bastığına ve yönetimin değiştirildiğine dair haberlerle doluydu. Acaba bakan, el konulabileceğini açıklaması halinde bunun yasaya aykırı olacağı gerekçesiyle “ser verip sır vermemek” mi istemişti? Şener, “Tüm bankaların mevduatlarına devlet güvencesi getirildi. Ufukta el konacak başka bankalar da var mı?” soruma da “Hayır, riskli banka yok şu anda.” cevabını verdi. Babanızı küçük yaşta kaybetmenin etkisiyle belki de agresif, ani parlamaları olan, insanlara fırça çeken, odasından adam kovan bir insan mısınız? Öğrencilik yıllarımda hiç kavga ettiğimi hatırlamam. İradem dışında iki kez saldırıya uğradım, kendimi kurtarmaya çalıştım. Asabi değilim; ama politikada öyle bir algılanmam var. Her geleni azarlayan biri olsanız, siyasette ayakta kalamazsınız. Abartılıyor mu yani? Benim biraz terslik yaptığım doğrudur aslında. Yani o kadar önemli olaylarla uğraşıyorsunuz ve ayak üstü, incir çekirdeğini doldurmayacak bir konu önünüze geliyor. O konuya harcadığım zamana acıyorum. “Bugün seçmenlerle görüşeceğim, kendimi öyle programlayacağım” dediğim bir günümde benimle karşılaşan herkes mutludur. Gelirler, kasaba politikacıları gibi şakalaşırım. Çok lüzumsuz konuşmaları, işin bir gereği sayarım. Ama bir başka gün, Meclis yoğunluğu vardır. Kendimi ona göre programlamışımdır. Giderim, daha odaya girmeden yolda, koridorda biri çıkar ve ülke için hiçbir işe yaramayan konularla beni meşgul etmeye başlar. Ben onları çok hızlı geçerim, atlatmaya çalışırım, çok ısrar ettiklerinde ters laf söyler, yoluma devam ederim. Eşinizin başını siz mi örttürdünüz, kendi mi öyle istedi? Nişanlandığımızda örtülü değildi. Ben, başını örteceği düşüncesiyle nişanlanmadım. Bir gün dedi ki, “Evlendikten sonra kıyafetim nasıl olacak?” Dedim, “Modadan anlamam.” Dedi ki; “Ben başımı örteceğim.” Dini temayülleri vardı, özellikle anneannesinden fazla kapmıştı. ‘Beni memnun edeceğini düşündüğü için böyle konuşuyor galiba’ dedim. Benim açımdan fark etmiyordu. ‘İster kapan, ister açık ol’ dedim. Bir gün baktım başını örtmüş. Bana hatta şöyle dedi: “Ben sırf dindar bir atmosfere girebilmek için evlendim.” Yani sevgisi bana değil, dini bir atmosfereymiş! (Gülüyor) Karınızı hiç dövdünüz mü? Hayır hiç kavga etmeyiz. Gençliğimde dindarlar geleneksel bir İslam anlayışı içersinde konuşurdu ve ben bunu çok sorgulardım. Kadın hukukuyla ilgili şeyleri çok tartışırdım. Önceki Ramazan’dı. Yine talebelik takıntılarımdan biri beni etkilemiş olacak ki, ‘şu konunun ne olduğunu çıkaracağım’ dedim. Kadınları dövmek meselesine takmışsınızdır inşallah. Da–re–be fiilinin dövmek diye çevrilmesine. Evet bunu inceledim. Nisa Sûresi, 34. ayet. Bütün tefsirleri açarsan aç, eğer yaramazlık yaparlarsa önce nasihat edin, sonra yatağınızı ayırın sonra dövün. Kur’an kelimeleri sözlüğünü aldım. Da–re–be’nin geçtiği ayetlerin hepsini çıkardım. 58 defa kullanılmış. 29 yerde örnek vermek, 6 yerde yolculuk etmek, 2 yerde anlatmak, 1 yerde kapalı tutmak, 1 yerde vazgeçmek, terk etmek, 1 yerde koymak, bırakmak, salmak, 1 yerde yol açmak, yol tutmak, 1 yerde çekmek, ayırmak, engel olmak, 3 yerde de yazıldı, takdir edildi anlamına kullanılmış. Birine vurmak anlamında kullanılması tek bir yerde geçiyor. O da Eyüp Peygamber, hastalığı sırasında hanımına bir şeyden dolayı kızıyor, ‘Bu hastalıktan kurtulursam, sana yüz değnek vuracağım.’ diyor. Fakat hastalıktan iyi olduktan sonra onu yapmanın medeni bir şey olmadığını görüyor. Yüz buğday sapını bir arada topluyor, onunla vuruyor, sözünü tutmak için. Nisa 34, öyle bir ayet ki, cümle orada bitiyor. Ne gelişinden kelimenin hangi anlama geldiğini çıkarabilecek bir vaziyet var ne de devamında. Dolayısıyla dövmek diyerek çok zayıf bir anlamı yükledikleri kanaatindeyim. Siz hangi anlamı yüklediniz? Burada nüşuz kelimesi geçiyor. Bunu şirretlik yapan kadınlar gibi yorumluyorlar. Bu sûrenin son tarafı, eğer erkeklerin nüşuz durumu varsa, yani erkekler haylazlık yaparsa kadınlara tavsiye sadedinde. Yani boşanma ile ilgili şeylerden bahsediyor. Süre verip ıslah olabilirlerse boşanma iradesinden vazgeçebilecekleri ile ilgili ifade var. İkisini birleştirirsek boşanma, ayırma ile ilgili anlamı daha yakın gibi geldi bana. Şu anki hükümet içinde istemeden destek vermiş gibi göründüğünüz bir şey var mı? Hiçbir milletvekilinin hiçbir partide tam kafasına uygun görüşleri bulması mümkün değildir. AK Parti’nin programı üç dört safhadan geçti. Bütün heyetlerde komisyon başkanı bendim. Programda ne varsa hepsinde imzam var. Ama siyaseti sevmiyorum. Tutan mı var sizi, çıkın? Çok doğru. (Gülüyor) Siyaseti bırakmayı düşündüğümü son iki dönemdir devamlı söylüyorum. Ama bırakamıyorsunuz. Ego baskısından mı? Hayır. Ben mesela güzel bir yazı yazdığım zaman çok zevk duyarım. İlk milletvekili olduğumda, bir seneyi aşkın bir köşede yazdım. Milli Gazete’de dedem de yazar. Normal bir gazetede yazsaydınız. Doğru söylüyorsunuz. Bir sene boyunca yazdım ve bir tek okuyucu mektubu veya telefon almadım. Onun için de bıraktım. Siyaseti niye bırakmadınız? AK Parti’yi kurduktan sonra aday olmamayı çok düşündüm. Ama beraber siyaset yapacağımız arkadaşların hepsi beni zorladı. Zannedilenin aksine öyle yumruğu da kesin vuramıyorum demek ki bırakamıyorum. Bırakayım mı, bırakmayım mı diyorsunuz, ondan sonra da Tayyip Bey Cumhurbaşkanı’na isim göndereceği zaman “Gül ismine itiraz olursa ben de adayım başbakanlığa.” diyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Öyle değil o iş. Kendisi o zaman kimi başbakan önerdiğimizi bize sordu. Ben, Abdullah Bey’in uygun isim olduğunu söyledim. Ama bu noktada, sizin açınızdan veya benim bilmediğim başka mülahazalar açısından, eğer bir sıkıntısı varsa öyle bir atmosferde aday olabileceğimi söyledim. Ama bu biraz evvel çizmeye çalıştığınız “politikayı sevmiyorum” portresiyle çelişen bir şey. Hayır. Milletvekili olmuşsun zaten. Kabinede olacağın da belli. Bu yapının korunmasının gerektiği düşüncesindeyim madem. Bunun için birini uygun gördükten sonra, diğer yelpazeye baktığımda da kendimde bu özelliği görüyorsam, bir kompleks edinip de bunu telaffuz etmeyeyim diye düşünmem. O zaman parti protokolünde ikinci sıradaydınız. Adınız hep potansiyel lider olarak geçti; ama gölgede bırakıldınız. Neden üçüncü adam bile olmanıza izin verilmedi? Benim öyle bir kaygım yok. Çok ön planda dolaşmaktan zevk almam. Sade bir vatandaş olarak çarşıda pazarda dolaştığım zaman daha mutlu olurum. Ama Fazilet’teki ilk isyanda, Recai Kutan’a karşı Abdullah Gül aday olduğunda, siz de aday olmak istediniz. Her zaman vardı yani sizde bir birinci adam olma isteği. O kadar da geride değilsiniz yani. Ben mücadele versem alırdım zaten şimdiye kadar. (Gülüyor) Kongre olayı şu: Ayrı bir liste çıkarmaya karar verdiğimizde, kimi genel başkan adayı olarak kongreye sunacağız diye tartışma açtık. Dediler ki, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener anlaşsınlar, aralarından birini kendileri seçsinler. Üçümüz bir araya geldik, dedim ki, “Ben ikinize bırakıyorum. Ben aday değilim. Anlaşın, hanginizde mutabakatı sağlarsanız ben razıyım.” İkisi arasındaki mutabakat da Abdullah Gül üzerine kaldı. Peki sonra, gereğinden fazla bir güç odağı olacağınız korkusu yarattığınız için mi pasifize edildiniz? Benden kimse korkmaz. Pasifize de edilmedim. Daha önceki kabinede, bakanların bağlı olduğu birimlere bakacak olursan, bende şu anda bulunan birimler, birkaç bakanın elinde bulunan birimlerin tamamı. Dolayısıyla şu an güçsüz bir konumum yok. Yapmakta olduğunuz bir işin başka birine verilmesinde hiç mi onur kırıcı bir şey yok? Onur kırıcı bir hadise demek yanlış. Bir birimin kimde olacağına zaten Sayın Başbakan karar veriyor. Bugün bir birimi bana verir, yarın benden alır başkasına verebilir. Sorgudan uzak bir alan mıdır burası? Sorgudan uzak değil; ama takılmayı gerektirmeyecek bir alandır. Peki nasıl sorguladınız kendi içinizde? Böyle zorla cepten alınmış bir şey yok. (Gülüyor) Bunları konuşmak siyaseten şık değil. (Teyp kapanıyor, yazılmamak üzere bir şey anlatılıyor.) Peki tokmak sizin elinizdeyken aşırı iddialıydınız, 17 yıllık özelleştirmenin yarısının bir yılda gerçekleşeceğini söylüyordunuz. Tokmağınızı kaybettiniz ve hükümetin özelleştirmekteki iddiası da suya düştü. Üretilen mazeretler karnınızı doyuruyor mu? Bireyin rolüne fazla inanmam. Akademik hayatımda da ‘tarihi bireyler değil, toplumsal dinamikler üretmiştir’ görüşünü savunmuşumdur. Önemli olan, hükümetin özelleştirme yapma niyetidir. Ama bu sene 4 milyar dolar kasaya girmeyecek. Petkim ne kadar ucuza gitti? Bir iki ay içinde Tekel’le ilgili özelleştirme raporu ortaya çıkacak. Ama yine de iddianız gerçekleşmeyecek. Umut ederim daha fazlası gerçekleşir. Taş çatlasa sizin hedefin yarısı bile tutmayacak. Yalan mı? Özelleştirmeye sadece parasal değer olarak bakmak yanlış. Özelleştirme programının iyi yürüyeceğine inanıyorum hâlâ. Özelleştirme borçlarının ikinci kez ertelenmesini isteyenler arasında bazı AK Partililer de olduğu için mi bunu istemedi Tayyip Bey? Şahıslara bağlı bir hadise değil. Daha önce 37 kez mi ne benzer işlem yapılmış. Yani artık teamül haline gelmişti. Artık birinin “yetti gari” demesi lazımdı, siz onu dediniz. İddialı bir özelleştirme programı koymuştuk ortaya. Bunun yürütülebilmesi için prensipli olmak gerektiğine inanıyorum. Onun için böyle bir ertelenişine hoş bakmadım. Sizin prensiplerinizin hükümetin prensipleri haline gelememesinin nedeni nedir? (Uzun uzun gülüyor) Farklı yaklaşım tarzlarından biri, öbüründen iyi demek doğru değil. Dediniz ya, çok sert, uzlaşmasız bir insana benziyorsunuz diye, işte o yönüm orada ortaya çıktı demek. MGK Yasası’nın 21. maddesi, bu yasaya dayanılarak çıkartılan yönetmeliklerin gizli olacağını söylüyor. Hükümetiniz döneminde kaç tane gizli yönetmelik çıktı? Mademki gizli, söyleyemem bunu. MGK ile ilgili bütün dokümanlar bende var. Bir gün oturdum, baştan sona o dokümanların hepsini okudum. Yani ilgili olan şahsa gizli değil. Bizden gizlenmeye değer miydi? Bunların birçoğu gizlenmesi gereken şeyler değil. Kamu yönetiminde şeffaflık asıldır. Bazı sır noktalarının kalması da gerekli. Ama bunu sulandırmadan, genişletmeden, rasyonel bir noktada belirlemek lazım. Vatandaşın bilgi edinme kanununu bunun için çıkarmaya uğraşıyoruz. MGK’nın varlığından dolayı sizi rahatsız eden bir şey var mı? Şu ana kadar MGK’nın yaptığı işlerden dolayı hiç rahatsızlık duymadım. MGK’ya yani ülkenin güvenliğiyle ilgili çok temel konuların tartışılacağı, hükümete bir görüşün oluşturulacağı bir zemine her zaman ihtiyaç var. Bu, sizinle hükümetiniz arasındaki bir ayrışma noktası mı yoksa? 7. Uyum Paketi’nde MGK Genel Sekreterliği’nin yetkilerinin sınırlandırılmasına karar vermiş bir hükümetin bakanısınız. Ayrışma noktası yok. Türkiye bir hukuk devletidir. Türkiye’nin hukuk değil, kanun devleti olduğunu biliyorsunuz. Eğer kanun devleti gibi işliyorsa, Türkiye’nin hukuk devleti gerekleriyle bağlantılı bir yapıya kavuşması için her şeyi yapmak görevimizdir. Şimdiki hukuk düzeni meşru bir hukuk düzenidir. MGK da görevini yerine getiriyor. Bir kurumun çağdaş normlara daha uygun hale getirilmesi, AB normlarında bir düzenlemeye ihtiyaç duyulup duyulmadığı farklı bir konu. MGK’nın yetkilerinin sınırlanması pakete alındığına göre, siz “Türkiye hukuk devleti değil; ama bunu söylemeyelim, bunu söylersek hukuk devleti haline getiremeyiz” demek mi istiyorsunuz? Siz şimdi kata yapıyorsunuz. Kata karatede, hayali rakibe karşı dövüş tekniği uygulamaktır. Karateci çıkar sahneye, sağında, solunda kimse olmadığı halde birtakım bağırtılarla yumruk ve tekme hareketleri yapar. Dolayısıyla siz şimdi benim söylemediklerimi söylemiş farz ediyorsunuz. Ben sadece satır aralarının analizini yapıyorum. Çünkü, siz şunu netlikle ortaya koyamadınız. MGK’nın yetkileri nerede sınırlandırılmalı? Ben MGK üyesi olduğumdan beri, katıldığım bütün toplantılara ve o çerçevede yapılan işlere baktım, tamamen mevzuat çerçevesinde görevini yapıyor. Ve demokratik teamüllere ve anlayışlara da aykırı hiçbir şey görmedim. Yani şimdi sizin muhalefet şerhiniz mi var, bu yetkilerin sınırlandırılması ile ilgili? Hayır. Neresini sınırlandırmaya çalışıyorsunuz öyleyse? (Gülüyor). Bir kata daha yapalım. Hem sınırlandıralım hem de sınırlandırmamış gibi yapalım! Bunu ben söylemiyorum! (Gülmeler) Yani daha güzel bazı şeyler yapılabilir. Nedir onlar mesela? Şimdi ben incelemedim onu. Hani okumuştunuz bütün belgeleri? Yani AB standartlarında bu kuruma nasıl bir işlevsellik yüklenmiş bunu incelemedim. Çerkez inadı diye bir deyim var. Siz de bir Çerkezsiniz. Ben Çerkez değilim. Kafkas orijinliyim. Kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya, 19. yüzyıldan beri gelen herkese Türkiye’de Çerkez diyorlar. Meclis başkanı siz olsaydınız, eşinizin türbanı yüzünden o gerilim yaşanır mıydı? Prensip olarak insanların istediği gibi düşünmesine, istediği gibi inanmasına, insanların bu özgürlük alanına müdahalenin toplum için faydalı olmadığına inanırım. Ama insanların bir kısmında veya bazı çevrelerde tehdit algılamaları olduğuna da inanıyorum. Bence yanlış bir algılama; ama daha önemli olan, böyle bir algılamaya niye kapıldıklarıdır. Dolayısıyla bana düşen görev, ‘böyle bir algılama zeminini ortadan kaldırmak için ben ne yapabilirim’ diye kendimi sorgulamaktır. Ben, rahatsız olacakları görüntüler vermezdim.