Mevlana’dan üç hikaye, üç öğüt
Bir adam, bir tuzak kurarak bir kuş yakalamıştı. O an da kuş dile gelip adama yalvardı:- Değerli hoca, bak eğer beni bırakırsan be¬nim sana üç öğüdüm olacak. Bu öğütlere uyarak her zorlu¬ğu aşarsın.
Kuşun Öğütleri
Bir adam, bir tuzak kurarak bir kuş yakalamıştı. O anda kuş dile gelip adama yalvardı:
- Değerli hoca, şimdiye kadar sen ne öküzler, koyunlar yedin, develer kurban ettin. Onlarla bile doymadın da beni yiyerek mi doyacaksın? Bak eğer beni bırakırsan benim sana üç öğüdüm olacak. Bu öğütlere uyarak her zorluğu aşarsın.
Birinci öğüdümü beni elinde tuttuğun anda vereyim; eğer beğenirsen beni bırakırsın, İkinci öğüdümü şu dama konduğumda söyleyeyim. Üçüncüsünü de şuradaki ulu ağaca konduğumda söylerim dedi.
Adam, kuşu elinde sımsıkı tutup:
- Haydi bakalım, öğüdünü söyle de beğenirsem seni bırakayım, dedi.
Küçük kuş, ilk öğüdünü söyledi:
- Kimden duyarsan duy, olmayacak söze inanma, dedi.
Adam, bu öğüdü beğenerek kuşu bıraktı. Kuş hemen uçup karşıdaki dama kondu ve ikinci öğüdünü söyledi:
- Gelip geçmiş şey ve elinden kaçmış fırsat için boşuna üzülme, dedi.
Sonra kanat çırparak oradaki ulu ağaca kondu. Ağacın dalında ötmeye başladı:
- Karnımda on bir dirhem ağırlığında çok değerli bir inci vardı. Eğer beni bırakmasaydın, şimdi o incinin sahibi sen olacaktın, dedi.
Adam, kuşun bu dediklerini duyunca saçını başını yolup ah, vah etmeye başladı.
Kuş, adamın bu halini görünce ona seslendi:
- Ben sana elinden kaçmış fırsat için ah, vah etme diye öğütlemedim mi? Bırak kaçırdıysan neden üzülüyorsun?
Öğüdümü dinlemedin mi? Yoksa sağır mısın? Duymadın mı? Hem ben sana her duyulan şeye inanma demedim mi?
Benim tüm ağırlığım üç dirhem. Bu durumda karnımda on bir dirhem ağırlığında bir inci bulunabilir mi, dedi.
Kuşun bu sözleri üzerine adamın aklı başına geldi:
- Haklısın dedi. Şu anda sözlerinin anlamını daha iyi anladım, haydi bakalım şimdi üçüncü öğüdünü de söyle, dedi.
Kuş:
- Doğrusu, iki öğüdüme iyice kulak verdin de şimdi üçüncüyü mü istiyorsun? Uykuda olan cahil kişiye öğüt vermek, verimsiz toprağa tohum ekmek gibidir. Ahmaklık ve cahillikten oluşan yırtık, kolay kolay yama tutmaz diye cıvıldayarak uçup gitti.
Birbirinin dilinden anlamak
Biri Türk, biri Arap, biri Acem, biri de Rum, dört kişi yeni arkadaş olmuş, bir yerde oturuyorlardı.
Henüz birbirlerinin dilini de çok iyi bilmiyorlardı. Oradan geçen bir zengin bunlara bir dirhem verdi ve "Yiyecek bir şey alıp karnınızı doyurun" dedi.
Türk olan, "Ben üzüm İsterim" dedi.
Arap olan, "Ben inep severim" diye tutturdu.
Acem olan, "Ben engurdan başkasına razı olmam" dedi.
Rum olan ise, "Bırakın bu saçmalıkları, bu mevsimde en iyi istafil gider" dedi.
Aslında inep, engur, istafil de üzüm demekti ve hepsi aynı şeyi istiyorlardı, fakat birbirlerinin dilini anlamadıkları için anlaşamıyorlardı.
Derken herkes, farklı şey istediğini zannedip kendi söylediği şeyde diretince kavgaya başladılar. Öyle ki, kıyasıya dövüşüyorlardı.
Nihayet akıllı ve dil bilen bir adam onları ayırdı ve her birini tek tek dinledikten sonra gülerek, "Parayı verin, ben hepinizin istediği şeyi size getireceğim" dedi.
Parayı ona verip merakla beklemeye başladılar. Akıllı adam manavdan yeterince üzüm alıp geldi ve hepsini memnun etti.
Herkes birbirinin sevincini görünce aynı şeyi istediklerini anlayıp şaşırdılar ve boşuna kavga edip birbirlerini üzdüklerine hayıflandılar. Böylece arkadaşlar birbirlerini üzdükleri için özür dilediler.
Aslan, tilki, kurt
Bir gün bir aslan, bir kurt ve bir tilki birlikte avlanmak üzere sözleşerek dağlarda dolaşmaya başladılar. Birbirlerine yardım edecek, böylece birçok hayvan yakalayacaklardı.
Gerçi bu iş aslanın ağrına gidiyor, onlarla avlanmaktan utanıyordu, ama sabrediyordu.
Üçü birlikte dolaşarak uzun süre avlandılar, derken bir yaban öküzü, bir dağ keçisi ve bir de tavşan avladılar. Dolaşarak bir su başına geldiler. Uzun süre dolaşıp yorulduklarından dolayı oturdular. Aslan:
- Ey kurt bu avladığımız hayvanları adaletli
bir şekilde
bir şekilde paylaştır, dedi.
Kurt kalktı, kendinden son derece emin adımlarla yürüdü. Yaban öküzünü aldı aslanın önüne bıraktı:
- Efendimiz, dedi. Siz bizim efendimizsiniz. Ayrıca yaban öküzü de büyük ve siz de irisiniz. Onun için yaban öküzü sizin hakkınız.
Keçi orta boyda ve orta irilikte onun için o da bana düşer onu da ben alıyorum.
En küçüğümüz tilki olduğuna göre tavşan da onun hakkıdır, dedi.
Bu paylaştırma karşısında aslan kızarak kükredi:
- Ey kurt ben iyice anlamadım, bir daha söyle bakayım, ne dedin? Ey kendini bilmez eşek yaklaş bakalım, dedi ve bir pençe vurarak kurdu parçaladı. Tilkiye döndü.
- Ey tilki bu avları sen adaletli bir şekilde paylaştır, dedi.
Tilki önce aslanın önünde secde etti; sonra:
- Bu öküz siz efendimizin kuşluk yemeği, bunu kuşluk vakti yersiniz.
Keçi, siz büyük kralımızın öğle yemeği için güzel bir yahni olur, onu da öğle vakti yersiniz.
Tavşana gelince; o da size akşam yemeği olur, onu akşam afiyetle yersiniz, dedi.
Aslan sevinerek haykırdı:
- Ey tilki çok adil davrandın, çok güzel bir şekilde pay etme işini hallettin. Söyle bakalım böylesine güzel pay etmeyi kimden öğrendin, dedi.
Tilki fark ettirmeden her ihtimale karşı birkaç adım uzaklaştı sonra kurnazca gülerek cevap verdi.
- Kurdun başına gelenlerden, dedi.