BIST 10.616
DOLAR 32,25
EURO 35,00
ALTIN 2.432,00
HABER /  GÜNCEL

Medya olayı böyle çarpıttı

Zaman'ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, meslektaşlarına, olaylara daha serinkanlı yaklaşmayı öğütlerken, gazetelerin haber çarpıtmalarına da değiniyor.

Abone ol

"Daha serinkanlı olmak gerekiyor" diyen Ekrem Dumanlı, "Felaket haberlerine hnazır değiliz" diyor ve medyanın bu konudaki aceleciliğinin getirdiği aksaklıkları anlatıyor. Dumanlı'nın üzerinde durduğu bir diğer husus ise, medyanın olayları çarpıtma girişimi. Dumanlı, bunun örneğini köşe yazısında anlatıyor: Daha serinkanlı olmak gerekiyor Son günlerde çok tartışılan gündem maddelerine bakınız lütfen. Göreceksiniz ki olağanüstü hiçbir duruma hazır değiliz. Yaşadığımız onca acı olaydan ders çıkaramamışız. “Hızlı tren faciası” haberleri ne kadar sıcakkanlı, aceleci olduğumuzu yeterince ispatlıyor. Sadece medya değil acûl olan; devlet de hazır değil olağanüstü durumlara. Bir kere herkes ayrı telden çalıyor. Sorumlu kim, açıklama yapma yetkisi kimde, basını kim bilgilendirecek belli değil. Üzerine vazife olmayan bir insan çıkıyor, ölü sayısı hakkında açıklama yapabiliyor mesela. Onun “139 ölü” beyanı, Türkiye’mizi yasa boğuyor. Herkes perişan! Açık bir gerçek var: Felaket haberlerine hazır değiliz. Allah korusun başımıza bir musibet gelse, topyekûn çuvallıyoruz. Elimiz ayağımıza dolaşıyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Her kafadan bir ses çıkıyor. Yetkili-yetkisiz herkes bir şeyler söylüyor. Konuşmalar çeşitlendikçe kafalar iyice karışıyor... Deprem kuşağında yaşayan bir ülkeyiz. Trafik, her gün sevdiklerimizi alıp götürüyor. Her an siyasi bir kriz çıkabiliyor. Ekonominin dengesi azıcık bozulsa, bayram yapacak insanların olduğu ortada. Uluslararası ilişkilerde doğacak en küçük bir kriz, anında Türkiye’ye yansıyor... Herkes ayrı telden çalarsa... Serinkanlı olmaktan başka çare var mı? Dikkat kadar sağduyuya, tenkit kadar itidale ihtiyaç duyduğumuz kesin. Küçük bir dikkatsizlik, basit bir yanlış, sorumsuzca sarf edilen bir cümle, ülke huzurunu bozabiliyor; hatta toplumsal bir çatışmaya neden olabiliyor... Son günlerde çok tartışılan gündem maddelerine bakınız lütfen. Göreceksiniz ki olağanüstü hiçbir duruma hazır değiliz. Yaşadığımız onca acı olaydan ders çıkaramamışız. “Hızlı tren faciası” haberleri ne kadar sıcakkanlı, aceleci olduğumuzu yeterince ispatlıyor. Sadece medya değil acûl olan; devlet de hazır değil olağanüstü durumlara. Bir kere herkes ayrı telden çalıyor. Sorumlu kim, açıklama yapma yetkisi kimde, basını kim bilgilendirecek belli değil. Üzerine vazife olmayan bir insan çıkıyor, ölü sayısı hakkında açıklama yapabiliyor mesela. Onun “139 ölü” beyanı, Türkiye’mizi yasa boğuyor. Herkes perişan! Kanımız donuyor adeta. Basın mensupları doğru bir bilgi alabilmek için kapı kapı dolaşıyor; ancak ortada yetkili ve bilgi sahibi insan bulamıyor... Geçen yıl İstanbul’da patlayan bombalar, ibretlik bir olaydı. Her patlayan bomba 70 milyon insanımızı endişeye, acıya gark etmişti. 4 gün sonra iki bomba daha patlayınca toplum dehşetin en ürpertici derinliğini hissetmişti ruhunda. O sırada sızan (ya da sızdırılan) bilgiler basına yansımıştı. Bazı yetkililere göre, Emniyet kaynaklı haberler soruşturmanın gidişatını olumsuz etkilemiş ve yeni bir tartışmanın başlamasına sebep olmuştu. Katillerin erken yakalanmaması medyanın üzerine yıkılınca, başta Basın Konseyi olmak üzere meslek kuruluşları tepki vermişti. Sonunda Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve İstanbul Valisi Muammer Güler bir araya gelmişti. Yapılan ortak açıklamada faydalı tedbirler yer alıyordu. En önemli tedbir şuydu: Kamuoyunu paniğe sevk edecek olaylarda İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü basına çabuk ve doğru bilgiyi sunacak bir yetkili gösterecekti. O gün bugündür bu yetkili bekleniyor. Gerçi Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü basın toplantıları düzenliyor; ancak İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinden birinde acil yaşanacak olaylar ile ilgili hâlâ yetkili bulunamıyor. NATO toplantısı esnasında bu boşluk derinden derine hissedildi... 11 Eylül saldırısı sırasında New York yetkililerinin tutumu en ilginç örneklerden birini teşkil eder. Terör olaylarına hiç de alışık bir ülke olmamasına rağmen, New York Belediye Başkanı’nın (Rudy Giuliani) akıllı bir taktiğiyle felaket hafifletilebildi. Başkan neredeyse her saat başı basın toplantısı düzenledi ve eldeki bilgileri basın mensuplarıyla paylaştı. Böylece hem medyanın haber alma ihtiyacını giderdi hem de dedikodu şeklinde yayılan yanlış bilgilere cevap verme şansı yakalanmış oldu. Spekülasyonları önlemek başka türlü de mümkün değildi. Haberde çarpıtma bu kadar olur Bizde bir felaket yaşandığında doğru muhatap bulunamıyor. Yetkililer basından kaçıyor, basın söylentileri fazlaca ciddiye alıyor ve kontrol etme fırsatı bulamadığı bilgiyi yayınlamak zorunda kalabiliyor. Geçen haftanın üzücü bir olayına da değinmeden geçemeyeceğim. İzmir’in Urla ilçesinde 5 kızımız boğulmuştu. O iddialara göre Kur’an kursu öğrencisi kızlarımızı kurtarmak isteyen erkeklere gruba öncülük eden kadınlar engel olmuştu. Çocuklar denizde yürürken toprak çökmüş ve bir anda boylarını aşan bir yükseklik ile karşılaşmışlardı. Zaman olaydan sağ kurtulan A.Ö.’yü buldu ve onunla olayın ayrıntısını konuştu. Geçtiğimiz cumartesi gününe ait nüshamızda siz de okudunuz ki A.Ö., “Yalvarırcasına yardım istedim.” diyor. Kardeşi M.Ö. ve babası Nail Özcan da boğulma tehlikesi oluşur oluşmaz erkeklerden yardım istendiğini söylüyor. Üstelik mağdurlardan bazısının da herhangi bir Kur’an kursuna gitmediği ifade ediliyor. Olay basına yansır yansımaz tesettürden girip Kur’an kursundan çıkan ve olumsuz eleştirilerini art arda sıralayanlar oldu. Olayın üzerinden sis perdeleri kalktıkça, hadisenin şahitleri konuştukça, meselenin hiç de tasvir edildiği gibi olmadığı ortaya çıktı. Sorumlu yayıncılık çok zor. Diyelim ki yukarıda zikredilen olay iddia edildiği gibi olsun. Bu üzücü hadiseden hareketle çok şey söylenebilir; ancak bu tür olaylarda yapılacak genellemeler, insanları aşağılamaya kadar götürülmemeli: Her kitleden cahil, tutucu, yanlış tutum içinde olan kişiler çıkabilir. Bu tür durumlarda olay, sınırlı tutulmalı hata, sadece yapan(lar)ı bağlamalı. Bir olaydan hareketle bir kitleyi tahkir ederseniz, toplumsal uzlaşmanın bağlarını koparmış olursunuz. Kötü niyetli yapılmasa bile bazı haberler ya da yorumlar, toplumsal barışı tehdit edebilir. Habercilik tabii ki önemlidir. Elbette haberin en çarpıcı kısmı başlık ya da spot yapılarak öne çıkarılır. Ancak, haberi daha çarpıcı, daha merak uyandırıcı yapacağız diye birlik ve beraberlik gibi hayati bir umdeyi rafa kaldıramayız. Çanakkale konusunda bölücülük olmaz Son günlerdeki Çanakkale haberleri de böyledir. Bir aklı evvel çıkıyor “irtica Çanakkale’ye çıkarma yapıyor, böylece Mustafa Kemal unutturulmaya çalışılıyor” gibi tuhaf bir iddia ortaya atıyor. Bazı meslektaşlarımız da bu “ilginç iddia” üzerine balıklama atlıyor. Sanırsınız, Çanakkale’ye gelip, şehitlerimize dua edecek vatandaşlarımıza kimlik kontrolü yapılacak, onların herhangi bir tarikata mensup olup olmadıkları sorulacak. Böyle zeka ve sağduyu fukarası bir mantık olabilir mi? Türkiye gibi her an her şeyin olabileceği bir ülkede herkesin daha soğukkanlı olması gerekiyor; özellikle de medya mensuplarının...