BIST 10.677
DOLAR 32,22
EURO 34,89
ALTIN 2.418,47

Kutlu Doğum Haftası'nda insan onuru...

Bu hafta adalet ve rahmet peygamberinin bir doğum yıl dönümünü daha idrak ediyoruz.

Bu hafta adalet ve rahmet peygamberinin bir doğum yıl dönümünü daha idrak ediyoruz. Bu yıl bir kez daha insanlığı, ‘Birbirinize kin beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Birbirinizden nefret etmeyin! Ey Allah’ın kulları!

Birbirinizle KARDEŞLER olun!’ şeklindeki en soylu çağrıya davet eden Son Peygamber’i anıyor, ona sayısız övgüler dizecek, dua ve selam gönderiyoruz. Bu vesile ile birçok yerde adına okunacak mevlitlerden hislenip gözlerimiz nemleniyordur.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu yıl seçtiği konu başlığı ‘İnsan Onuru’dur. Bu başlıkta bir konunun seçilmesi belki de insanlığın özellikle de Müslümanların o değere her geçen gün artan ilgisi veya ihtiyacı olsa gerektir.

‘Onur’ kavramının Arapça karşılığı ‘izzet’tir ve Kur’an, birçok ayette izzetin Allah’a, Peygamber’e ve mü’minlere daha layık/yakışır olduğunu söyler. Ne var ki, son iki yüzyıldır biz müslümanları bürüyen elbisede o renkten eser kalmamış gibi. Zillet lekeleri ile haddinden fazla kirli elbisemizle, ‘Benim karşıma sararmış dişlerinizle çıkmayın!’ uyarısında bulunan bir peygamberi anacak yüzümüz kalmış mı ki?

İnsanın şeref ve haysiyetini oluşturan değerlerin en ucuza alınıp-satıldığı pazarların Müslüman semtlerde kurulmuş olduğunu bile bile onurun Müslümanlara daha çok yakıştığını hangi cesaretle söyleyebiliriz?

Bugün iltica istatistiklerine bakıldığında ‘onur’un bir değer olarak yaşatıldığı ülkelere canları bahasına ulaşmak isteyen insanların %83’nün Müslüman oldukları gerçeği karşısında nasıl bir savunma yapabiliriz? ‘İnsan’ olma onurunu bırakın da o hissi bile kaybettiğimiz bu coğrafyadan Akif’in bir asır önce söylediği, ‘Kiminin ırzı helal, kiminin hunu heder’ manzarasında ya da ‘Nemiz vardır fezailden, nemiz eksik rezailden? tespitinde ne değişti ki?

Öyle ise inananlar olarak gelin, hiç değilse hafta boyunca anacağımız onur timsali bir peygambere layık şekilde ‘dürüst’ davranalım da kendi gerçekliğimize bir ayna tutalım. Ve hiçbir tevil bulaştırmadan bu görüntünün bize ait olduğunu kabul edelim ki, hiç değilse itiraf erdeminden bir parça hissemiz olsun. Sonra da adı her anıldığında kendisine selam gönderdiğimiz O Aziz Peygamber’in bizzat kendi şahsında inşa ve icra ettiği ‘onur’dan niçin bu kadar nasipsiz kaldığımızı sorgulayalım. Bakalım ki o pak siretin bizim hayatımızla ne kadarlık bir müşterekliği varmış görelim. Bir de dönüp dünyanın ‘öteki’ toplumlarına bakıp bizim kaybettiğimiz o izzetin bugün hangi coğrafyada, kimin elinde nasıl yaşatıldığını görelim.

Ki, Kutlu Doğum vesilesiyle bu defa farklı bir usul deneyelim ve Peygamberin başta insan onuru olmak üzere bize getirdiği değerleri salt soyut birer öğreti olmaktan çıkarıp pratiğe aktarmada neden bu kadar başarısız kaldığımızı sorgulayalım. En temel ahlaki mecburiyetimiz olduğuna inandığım böylesi bir yüzleşme için gelin farklı bir yöntem deneyelim; O’nu kendimize değil, aksine kendimizi O’na anlatalım. Bu sefer O’ndan bize değil bizden O’na giden bir yol takip edelim de bakalım ki üzerinde bulunduğumuz yol bizi O’na götürecek midir? Değilse, Kur’an’ın inanmayanlara sorduğu: ‘Fe eyne tezhebun/Nereye gidiyorsunuz böyle?’ sorusunun muhatabı kimmiş bakalım? İnanıyorum ki müessir bir muhasebe ancak böylesi bir mukayese ile imkan bulacak ve biz de O’nun hayatı ile bizim gerçekliğimiz arasındaki mesafenin yer ile gök kadar olduğunu ancak o zaman göreceğiz.

İnanıyorum ki, siyasetten ticarete hayatımızı oluşturan her bir karede görünen manzara bizim O’na benzemediğimizi söylüyor. O’na benzemek ise bizi onun getirdiği ahlak odaklı bir hayata taşıyan esaslara bağlılığımızdır. Böylesi bir iz takibi ise, Kur’an’a göre Allah’ı sevmek olarak nitelenmiştir. Dindarlıkta ‘ilahi sevgi’nin nihai amaç olduğunu da unutmayalım.

Böylesi bir muhasebeye vesile olsun ümidiyle Mevlit Kandiliz mübarek olsun!