BIST 8.864
DOLAR 34,30
EURO 37,37
ALTIN 3.028,72

İnternethaber okurlarının dikkatine..

Aynı gazetede yazan köşe yazarlarının birbirleri ile polemiğe girmesine hiç sıcak bakmadım..

Ancak, “Atatürk’ün affedilmez hatası!” başlıklı yazımdan dolayı, site (oturduğum değil, yazdığım site!) komşum Baki Karakol’un, eleştiri sınırlarını aşan ve çok ağır derecede beni itham eden bugünkü (29.04.2004) yazısını okuyunca, üzülmedim dersem yalan söylemiş olurum..

Üzüntüm, Baki Karakol’un, yazımı çarpıtmasından kaynaklanmadı..

Üzüntüm, düşünce bazında yazılarının pek çoğuna katılmadığım Baki Karakol’la birkaç hafta önce yüz yüze tanıştıktan sonra “insani ve beyefendi” kimliği konusunda edindiğim izlenimin, bu yazıyla “alabora” olmasından kaynaklandı..

Gerçekten nazik, kibar ve karşılıklı oturulup konuşulabilecek bir karakter sergileyen Baki ağabeyimin, söylemediğim sözleri bana atfeden; vurgulamadığım düşünceyi bana yamalayan; sözünü etmediğim formatı bana yaftalayan yazısını okuyunca, işbu yazıyı yazmak “farz” oldu..

( “Farz” kelimesini “kamusal alan” olan bir köşede kullanmam, laikliğe aykırı mıdır, bilmiyorum!)

Baki Karakol'un "Türkçe"si ile söyleyecek olursak, elbette, burada “tartışı” yapıp, Türkiye’deki iç “siyasa” sorunsalına içkin ve özdeksel bir betimlemede bulunup da "us"unuzu karıştırmak istemem!

Üzüldüğüm bir şey daha vardı ki, o da Baki Karakol’un, kendi deyimiyle, yazıyı üç kez okumuş olmasıydı..

10.000 okunurluk sayısına ulaşan bir yazıyı, bir iki okur dışında, “yanlış anlayan” olmadı..

İnsanların, bir yazıyı yanlış anlama ihtimalleri her zaman mevcuttur; yanlış ya da doğru algılasın, insanların, bir yazıyı beğenmeme hatta sert bir şekilde eleştirme hakkı da tartışılmaz bir gerçektir..

Ancak, Baki Karakol’un yaptığı; ne beğenmeme ne de sert eleştiride bulunma hakkını kullanmaktır..

Yapılan, “düpedüz” itham, iftira hatta infaz metodunun tatbikinden ibarettir..

Baki ağabeyimin aşağıda yer alan şu cümlelerini kabul etmem, daha doğrusu kabullenebilmem mümkün müdür?

“Fikri Akyüz’ün penceresinden bakıp, “Nasıl olsa, yüz yıl sonra, yüz yıl öncesine döndük. Hatta, daha beter olduk. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yapmaya, onca insanımızı cephelerde öldürmeye ne gerek vardı? Dost ve müttefik ülkelerle kardeş kardeş geçinip gitseydik, olmaz mıydı?” demek mi gerek?!”

“Günümüzün okumuş aydın yobazları bu gerçekleri anlayamazlar. Onların işi kara çalmaktır. Benim, bunlara söyleyecek sözüm yok. Ama Atatürk’ten, Atatürk’ün düşüncelerinden, devrim ve ilkelerinden yana görünüp de hainlik yapanlara var!”

“..Atatürkçü maskeli kara cahiller yüzünden yaşıyor!”

“Böyle bir Türkiye, emperyalist güçleri ve onların yerli işbirlikçileri ile kara cahil yobazları, yarasaları gün ışığı rahatsız ettiği gibi, şiddetle rahatsız eder!”

“Fikri Akyüz, ‘... muasır medeniyet seviyesi sözünü Atatürk keşke demeseydi” diye keşke yazmasaydı;.. deseydi bile Nutuk’a (Söylev’e) koymasaydı’ diye keşke önermeseydi! Hele; yazısına, ‘Atatürk’ün affedilmez hatası’ başlığını keşke atmasaydı! Hiç şık olmamış. Çünkü, ortada, dünya lideri büyük Atatürk’ün, ‘affedilemez’ diye bir ‘hatası’ yok!”


Denilebilir ki, “hain, yarasa, işbirlikçi, okumuş kara cahil, kurtuluş savaşı karşıtı..gibi sözleri senin için söylememiştir..”

Ancak, yazının “öznesine” beni oturttuğuna göre, “GEL DE ALINMA..”!

Yoksa Baki Karakol, “verilen” Türkiye Cumhuriyeti olduğu için “alınan” Fikri Akyüz olamaz; “Türkiye Cumhuriyeti’ni Fikri Akyüz’e değişmem” mi demek istedi?!

Böyle dediğini sanmıyorum; ama öyle demek istemişse, gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret etmiştir ve “ayıp etmiştir..”!!

NOT: “Karakol”da infaz olmaz; “Mahkeme”de infaz olur..

Ve biliyorsunuz..

Kanun, fani; hukuk,”baki”dir!

***********************

DÜNKÜ (28.04.2004) “ATATÜRK’ÜN AFFEDİLMEZ HATASI!” BAŞLIKLI YAZI:

Felsefe hocası, “bakış açılarını” test etmek için, sınıftaki sandalyeyi masanın üstüne koyarak öğrencilerine şu soruyu sorar:

- Bana bu sandalyenin olmadığını ispat edin..

Hoca, biri hariç öğrencilerin verdiği cevaplardan memnun olmaz ve hepsine “sıfır” verir..

Sınavda 100 olan öğrencinin cevap kağıdında ise şu yazar:

- Hangi sandalye?!

Evet Türkiye yıllardır, olmayan sorunların çözümü için kafa yoruyor..

“Kafa yorulduğu” için de, aslında çözülmüş olan konulardan yeni sorunlar peydahlamaya devam ediyor..

“Kafası yorulduğu için de..” diye başlayan bir cümle kurduğum için bazı okurlar, “hangi kafa?” diye sorabilirler!

Kafa kafaya veren bazılarının, kafadan attıkları fikirleri empoze etmeye çalıştığı; kafası bozulduğunda veya kafası kızdığında, insanları kafa kağıdına göre değerlendirip onları kafakola getirdiği bir atmosferde, birilerinin size kafayı takmaması için “takma kafayı” diyen okurlar da olabilir!

Ancak, yine de “kafamı kurcalayan” konuları ele almaya devam edeceğim..

Aslında beni bu yazıyı yazmaya sevkeden sebep; Cem Kozlu’nun, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan “Öfkeden Çözüme” isimli kitabını okurken bazı düşüncelere garkolmamdan kaynaklandı..

Cem Kozlu’nun, araştırdığı konuları değişik “bakış açılarıyla” tahlil ettiğini görünce, eski THY yönetim kurulu başkanı olduğunu hatırlayarak, “bu adam galiba uçuyor, acaba çok uçtuğu için mi THY’na başkan oldu” diye kendi kendime, üstelik “ayağı yere sağlam basan” sorular sordum!

Malay, Hindu, Çinli gibi birkaç etnik kimlikten oluşan Malezya’nın; Jivkov, Çavuşesku zulmünden kurtulan Romanya ve Bulgaristan’ın son 10 yılda Türkiye’yi ikiye katladığını söyleyince yine içimden “bu, Özal’ın prensi, Türkiye’yi aşağılamak bunların prensibi” dedim!

“Serbest piyasa, fikir ve inanç özgürlüğü, özelleştirme, yabancı sermaye, liberal demokrasi” gibi kavramları peşpeşe sıralayınca, bu kez Coca-Cola’nın Asya ve Ortadoğu sorumlusu olduğunu hatırlayarak, “ne söylersen söyle asit yapar ağzında” diye mırıldandım; mırıldanmakla kalmayıp Coca-Cola’yı fazla içtiği için mi, kendini fazla “gaza getirdiğini” düşünerek homurdandım!

Homurdanmakta da haklıydım, zira burası “işte Çağdaş Türkiye” idi!

Onların milli gelirinin fazla olması doğaldı; zira o ülkelerde yaşayan insanların “annelerinin” başı örtülü değildi!

Bizim ülkemizdeki din ve vicdan özgürlüğü onlarda var mıydı?

Bizde vardı, çünkü bizim 80.000 camimiz vardı, hatta bu camilerin tamamında ezan bile okunuyordu!

Bizim eğitim ve sağlık sisteminin sakat oluşundan da kimse bahsedemezdi, çünkü binlerce okulumuz, yüzlerce hastanemiz vardı!

”Japonya’da deprem olunca çok az insan ölüyor” diyenler, bizim de hukuk sistemimizin ne kadar güçlü olduğunu bilmezden geldi!

Hukuk sistemimiz güçlü olmasaydı, “ceza almasalar bile” depremde binlerce kişinin katilleri hakkında dava açan savcılarımız olur muydu?!

Biz, Lozan Barış Antlaşması’nı imzalayarak Kerkük, Musul, Batum, Batı Trakya, Kıbrıs’ı vermiş olabiliriz ama, biz 24 Nisan 2004’te Rauf Denktaş sayesinde Kıbrıs’ı kurtarmış bir ülkeyiz!

O kadar ki, Kıbrıs referandumunda “evet” oyu çıktığı için Denktaş, Kıbrıs devletini kurtardığına göre, “evet” oyunun artmasını sağlayan Mehmet Ali Talat’ın da Denktaş’ı kurtardığını bilecek kadar “kadirşinas” ve “hamiyetperver” bir devletiz!

Biz, yabancı sermayeye de karşı olmayan bir ülke idik; yabancı sermayeye o kadar sempatik bakıyorduk ki; 1961’de merhum Menderes ve arkadaşlarını “yabancı urganla” astık!

“Yağlı urgan” altında can veren devlet adamlarını asanların, “soğuk yorgan” altında “1961 anayasası” çalışması yapacak kadar gecelerini feda ettiğini bilen “acayip derecede duyarlı” bir toplumduk!

Biz üstelik eşitliğe de inanan bir ülkeydik!

Af yasası çıkardığımızda, sadece “katilleri” salıvermeyip, “tecavüzcüleri”de salıverdik; tecavüzcü ve katillerin “eşit” statüde olduğunu düşünen barışperest ve haktanır bir ülkeydik!

Elbette ülke ve millet olarak bizim de hatalarımız oldu!

Örneğin; seçim sistemimize baraj koymakla hata ettik!

Vural Savaş, Yekta Güngör Özden, Mümtaz Soysal, Doğu Perinçek gibi insanların Meclis’e girmesine engel olduk!

1946’da çok partili siyasal sistemi getirmekle; getirsek bile açık oy gizli tasniften vazgeçmekle; 1961’de sadece 3 kişiyi değil birkaç kişiyi daha asmamakla; mahallelerimizin ismini Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Paşa koymakla da hata ettik!

Aslında en büyük hatayı Atatürk yaptı!!

Şu yobazların sık sık burnumuza dayadığı “muasır medeniyet seviyesi” sözünü Atatürk keşke demeseydi, deseydi bile Nutuk’a koymasaydı!!

Evet, bu satırların yazarının düşüncelerini tam olarak bilmeyenlerin olması ihtimaline binaen, bu yazıda bol miktarda “ünlem” kullanıldı!

Sayın Kozlu, lütfen bana dava açmayınız, açarsanız kaybedersiniz, davayı kazanmamı sağlayacak olan şu ünlem işaretlerini dikkate alarak bir kez daha okuyunuz!