Emine Erdoğan başını açsa ne olur?
Türkiye yıllardır dindar- laik kamplaşması ile kan kaybetti ve
kaybetmeye de devam ediyor.
Bu kamplaşma yangınında, başrolü üstlenen medya; senaryoyu yazan
ise başkaları oldu.
Medya, bu yangının oluşumuna katkı için, “kibrit ve körük”
fabrikası gibi çalıştı!
Hem yangın çıkardı, hem yangına körükle gitti, hem de yangından mal
kaçırmayı ihmal etmedi!
Laikliğin felsefesini algılamakta zaafa düşerken, “topyekün savaş”;
“silahsız kuvvetler”; “tokat gibi cevap” tarzındaki sürmanşetlerle
Cumhuriyetin kazanımlarına zarar verdi..
Halkının tamamı ateist ya da tamamı aynı dinin mensubu olan bir
ülkede, laikliğin pratikte bir anlamının olmadığını ne sağ ne sol
camia anlayabildi..
O nedenle, Türkiye gibi çeşitli dinlerin ve ırkların olduğu bir
ülkede laikliğin, “inançların teminatı” olduğu gerçeği bir kesim
tarafından yerli yerine oturtulamadı..
Laikliğin bir anlamı da, halkının % 99’unun aynı inançta olduğu bir
ülkenin, halkın % 1’inin inançlarını da güvence altına alması değil
midir?
Bir kesim, “ bu ülkenin %99’u Müslümandır, dolayısıyla bizi % 99
ilgilendirir” diyerek laikliğin "özünü" anlayamamakta; diğer bir
kesim ise, neredeyse % 1’in inançlarını gözetip, % 99’un inandığı
bir dinin gereklerini yerine getirenlere ikinci sınıf vatandaş
muamelesi yapmaktadır..
Demokrasi ve Cumhuriyet kavramları gibi, laiklik felsefesinin de
aslında insanlığın genlerinde müşterek olan özgürlük tutkusunun
doğal bir sonucu olduğu hep unutuluyor..
Bir kesim, laikliğin inanılmaz derecede yanlış tatbikinden dolayı,
laiklik gibi “modernite ve rasyonalitenin” bir gereği olan
felsefenin bizatihi kendisine zarar verdi..
Bu zararı verirken, sosyoloji bilimi gibi bir bilim yokmuşçasına,
belli bir sosyal kesimi savunmaya itti..
Savunmaya geçen insanların küçük bir azınlığı da, laiklik ve
Cumhuriyet kavramlarını sorgulamaya başladılar..
Çünkü özgürlüğün bir hak olması nedeniyle, özgürlüğe yapılan
müdahaleler neticesinde, aklın devre dışı kalması ile duyguların ön
plana geçmesine kapı aralandı..
İşte akıl denilen o yüce kavramdan uzak kalınınca, eşi başörtülü
olan İçişleri Bakanı’nın Vali yapmak istediği kişilerin eşinin
başında örtü var mı yok mu diye araştırmaya başlarsınız..
Özel okulların ve sürücü kurslarının sahiplerinin dahi eşinin
başörtüsü var mı diye müfettiş araştırılması yapılmasının mantığını
anlayabilen var mı diye mantığımı zorlamaya devam ediyorum!
Habertürk gazetesi yazarı emekli büyükelçi Yalım Eralp gibi değer
verdiğim bir insan kalkıp da, yazısında Emine Erdoğan’a hitaben,
“başını aç ki, Türkiye rahatlasın” diyebiliyorsa, buna bir kadının
“kadın olarak” nasıl bir tepki vereceği düşünülüyor?
Bu komplekslerle Türkiye nereye varacak?
Kendine dahi güveni olmayan insanların başkalarına güvenme imkanı
var mıdır?
Yeni şafak, Vakit, Zaman, Tercüman gazetesi yazarlarından birinin
kalkıp da “Semra Sezer başını kapatırsa Türkiye rahatlar” gibi bir
cümle kurmaya hakkı var mıdır ki, bazıları bu hakkı kendinde
görebiliyor?
Karşılıklı anlayış, hoşgörü, empati, saygı, vicdan gibi kavramların
modern tanımı olan demokrasi kültürü yerleşmediği için ve saldırıya
muhatap olan bazılarının savunmaya geçerken, artık her yol mubahtır
gibi makyavelist bir tutuma yol açtığını görmek için, inancı ne
olursa olsun hunharca katledilen Sivas Madımak otelindeki insanlar
için “iyi ki yakıldılar” gibi akılalmaz ve vicdan kabul etmez bir
garabet örneği ile karşı karşıya kalınması mümkün hale gelir..
Evet şimdi bir soru: Yangına körükle giden itfaiye personelinin,
işten çıkarıldığı zaman “Türkiye laiktir, laik kalacaktır”
şeklindeki mahkeme savunması özlük haklarını kurtarır mı?!