BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70

Emine Erdoğan başını açsa ne olur?

Türkiye yıllardır dindar- laik kamplaşması ile kan kaybetti ve kaybetmeye de devam ediyor.

Bu kamplaşma yangınında, başrolü üstlenen medya; senaryoyu yazan ise başkaları oldu.

Medya, bu yangının oluşumuna katkı için, “kibrit ve körük” fabrikası gibi çalıştı!

Hem yangın çıkardı, hem yangına körükle gitti, hem de yangından mal kaçırmayı ihmal etmedi!

Laikliğin felsefesini algılamakta zaafa düşerken, “topyekün savaş”; “silahsız kuvvetler”; “tokat gibi cevap” tarzındaki sürmanşetlerle Cumhuriyetin kazanımlarına zarar verdi..

Halkının tamamı ateist ya da tamamı aynı dinin mensubu olan bir ülkede, laikliğin pratikte bir anlamının olmadığını ne sağ ne sol camia anlayabildi..

O nedenle, Türkiye gibi çeşitli dinlerin ve ırkların olduğu bir ülkede laikliğin, “inançların teminatı” olduğu gerçeği bir kesim tarafından yerli yerine oturtulamadı..

Laikliğin bir anlamı da, halkının % 99’unun aynı inançta olduğu bir ülkenin, halkın % 1’inin inançlarını da güvence altına alması değil midir?

Bir kesim, “ bu ülkenin %99’u Müslümandır, dolayısıyla bizi % 99 ilgilendirir” diyerek laikliğin "özünü" anlayamamakta; diğer bir kesim ise, neredeyse % 1’in inançlarını gözetip, % 99’un inandığı bir dinin gereklerini yerine getirenlere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapmaktadır..

Demokrasi ve Cumhuriyet kavramları gibi, laiklik felsefesinin de aslında insanlığın genlerinde müşterek olan özgürlük tutkusunun doğal bir sonucu olduğu hep unutuluyor..

Bir kesim, laikliğin inanılmaz derecede yanlış tatbikinden dolayı, laiklik gibi “modernite ve rasyonalitenin” bir gereği olan felsefenin bizatihi kendisine zarar verdi..

Bu zararı verirken, sosyoloji bilimi gibi bir bilim yokmuşçasına, belli bir sosyal kesimi savunmaya itti..

Savunmaya geçen insanların küçük bir azınlığı da, laiklik ve Cumhuriyet kavramlarını sorgulamaya başladılar..

Çünkü özgürlüğün bir hak olması nedeniyle, özgürlüğe yapılan müdahaleler neticesinde, aklın devre dışı kalması ile duyguların ön plana geçmesine kapı aralandı..

İşte akıl denilen o yüce kavramdan uzak kalınınca, eşi başörtülü olan İçişleri Bakanı’nın Vali yapmak istediği kişilerin eşinin başında örtü var mı yok mu diye araştırmaya başlarsınız..

Özel okulların ve sürücü kurslarının sahiplerinin dahi eşinin başörtüsü var mı diye müfettiş araştırılması yapılmasının mantığını anlayabilen var mı diye mantığımı zorlamaya devam ediyorum!

Habertürk gazetesi yazarı emekli büyükelçi Yalım Eralp gibi değer verdiğim bir insan kalkıp da, yazısında Emine Erdoğan’a hitaben, “başını aç ki, Türkiye rahatlasın” diyebiliyorsa, buna bir kadının “kadın olarak” nasıl bir tepki vereceği düşünülüyor?

Bu komplekslerle Türkiye nereye varacak?

Kendine dahi güveni olmayan insanların başkalarına güvenme imkanı var mıdır?

Yeni şafak, Vakit, Zaman, Tercüman gazetesi yazarlarından birinin kalkıp da “Semra Sezer başını kapatırsa Türkiye rahatlar” gibi bir cümle kurmaya hakkı var mıdır ki, bazıları bu hakkı kendinde görebiliyor?

Karşılıklı anlayış, hoşgörü, empati, saygı, vicdan gibi kavramların modern tanımı olan demokrasi kültürü yerleşmediği için ve saldırıya muhatap olan bazılarının savunmaya geçerken, artık her yol mubahtır gibi makyavelist bir tutuma yol açtığını görmek için, inancı ne olursa olsun hunharca katledilen Sivas Madımak otelindeki insanlar için “iyi ki yakıldılar” gibi akılalmaz ve vicdan kabul etmez bir garabet örneği ile karşı karşıya kalınması mümkün hale gelir..

Evet şimdi bir soru: Yangına körükle giden itfaiye personelinin, işten çıkarıldığı zaman “Türkiye laiktir, laik kalacaktır” şeklindeki mahkeme savunması özlük haklarını kurtarır mı?!