El-İnsaf
Gülen’in yaptığı o bedduayı duyunca tüylerim gerçekten diken diken oluverdi. Kendi kendime: ‘Asla olamaz, böyle bir şey söylenemez. Buna hiç kimsenin hakkı olamaz, kast ettiği insanlar böyle bir bedduayı asla hak etmemişlerdir. Yapılan beddua açık bir hak
Gülen’in yaptığı o bedduayı duyunca tüylerim
gerçekten diken diken oluverdi. Kendi kendime: ‘Asla olamaz, böyle
bir şey söylenemez. Buna hiç kimsenin hakkı olamaz, kast ettiği
insanlar böyle bir bedduayı asla hak etmemişlerdir. Yapılan beddua
açık bir haksızlıktır’ diyordum ki, daha birkaç gün önce ezcümle
‘liyakat olmayana gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi olarak Allah
tarafından şamar yiyorum’ mealindeki sözünü de hatırladım. Evet, o
söz de ağırdı lakin kalem bu sefer sessizliği kaldıramazdı.
Mahiyeti itibariyle dinî bir içerik taşıdığı için
meseleye İslam’ın bilgi kaynakları açısından bakmakta yarar vardır.
Kur’ân’a göre muhabbeti, yani sevgiyi meşru ve gayr-ı meşru diye
tefrik etmede kullanılacak yegâne kıstas ‘inanç’ tabanlıdır. Zira
Kur’ân’ın meşru görmediği tek muhabbet İslam’a karşı açıkça
savaşanlara duyulan sevgidir.
‘Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmış bir kavmin, kendi
babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları dahi olsalar,
Allah’a ve Peygamber’e muhalif olanlara karşı sevgi beslediklerini
göremezsin.” (Mücadele Suresi, Ayet 22)
Oysa bir Müslümanın diğer Müslümanlara karşı samimi
bir ülfet ve muhabbet beslemesi, onlarla hayatın birçok alanında
dayanışmalar içine girmesi, onlara sırt çevirmemesi, kırgın-küskün
olmaması, aksine birbirlerini karşılıklı olarak sevip saymaları
açık bir dinî vecibedir. Nitekim: ‘İman etmedikçe cennete
giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız…’
meşhur hadiste de ifade edildiği üzere, Müslümanlar arasında
öngörülen muhabbet imanın olmazsa olmazıdır. Kaldı ki, o sevginin
ölçüsü sadece ve sadece inançtır.
Bedduaya gelince, her şeyden önce ümmeti olmakla
iftihar ettiğimiz ama rehberliğinden ne derece yararlandığımız
konusunda her birimizin ciddi muhasebeler yapmak gibi bir
mecburiyetimiz olduğuna inandığım Adalet ve Rahmet Peygamberi’nin
Taif Seferi’nde maruz kaldığı o vahşi muameleler karşısında bile
Cibril’in azap teklifini ‘Ben azap değil rahmet olarak gönderildim’
diyerek geri çevirdiğini herhalde o da biliyordur.
Peki, Peygamberimizin ağzından hiç mi beddua çıkmadı?
Elbette ki çıktı ama sadece İslam’ı ve Müslümanları topyekûn
ortadan kaldırmak isteyen düşmanları için çıktı. Siyer kaynakları
konuyla ilgili iki olay aktarırlar:
Birincisi Hicretin dördüncü yılında vuku bulan Bir’i
Maune Vak’ası’dır. Necid Kabilesi’nin Reisi Ebu Ber’a
Peygamberimize gelip ‘Kabilemiz Müslüman oldu, İslam’ı iyi bilen
birkaç kişi gönderin de bizlere dinimizi öğretsin’ demiş,
Peygamberimiz de İslam’ı yaymak amacıyla özenle yetiştirdiği Suffa
Ashabı’ndan bir rivayete göre 70 arkadaşını görevlendirmişti. Ne
var ki, bu güzide grup Maune Kuyusu denilen yere varınca aynı
kabile tarafından hazırlanmış bir tertiple tuzağa düşürülmüş ve
katledilmişti. Rivayete göre Hz. Peygamber kendisini derin acılara
gark eden bu ihanetin failleri için otuz gün boyunca beddua
etmişti.
İkinci bedduasını ise Hendek Savaşı’nda yapmıştı. Arap
Yarımadası’nda yaşayan çok sayıda Müşrik, Yahudi ve Hıristiyan
kabilelerden teşkil edilen büyük bir ordu, Müslümanlardan tek bir
ferdi dahi sağ bırakmayarak İslam’ı bütünüyle ortadan kaldırmak
amacıyla Medine’yi çepeçevre kuşatmışlardı. Peygamberimiz ve
arkadaşları ise şehrin açık yerlerinde hendekler kazıyorlardı.
Mevsim kış, zaman dar, düşman ise yamandı. Gece gündüz kesintisiz
kazma kürek sallayan Müslümanlar çoğu kere evlerine gidip bir lokma
yemeye bile fırsat bulamıyor, çoğu zaman da karınlarına taş
bağlıyorlardı. Karnında üst üste iki taş bağlı Sevgili
Peygamberimiz işte bu ağır şartlar altında kendilerine ikindi
namazını kılacak kadar bir fırsat bile tanımayan düşman ordusuna
ağır bir bedduada bulunmuştu.
Son bir asırdır İslam dünyasında kana ve göz yaşına
bulamadık tek karelik yer bırakmamış, İslam’ın haremine girip heder
etmediği ırz, helal kılmadığı hun koymamış alçaklara bile tek
bedduasını duymadığımız Gülen’in nasıl tevil edilirse edilsin
hedefi belli insanlar için yaptığı o talihsiz bedduadan kimi
cümlelerin Peygamberimizin yukarıda bahsi geçen olaylar nedeniyle
İslâm’ın azılı düşmanlarına karşı yaptığı beddualardan alıntı
olduğunu öğrendiğinizde ise, kahrınız da şaşkınlığınız da bir kat
daha artacak ve;
El- İNSAF demekten gayrı söz bulamayacaksınız.