BIST 10.471
DOLAR 32,84
EURO 35,24
ALTIN 2.446,53

Dünyayı kucaklayan Erdoğan

Alman Bild gazetesine verdiği demeçte, uyum politikasından bahsederken şöyle şöylemiş Başbakan Erdoğan...

Alman Bild gazetesine verdiği demeçte, uyum politikasından bahsederken şöyle şöylemiş Başbakan Erdoğan...

''Türk genci Türkiye'den bir kız severse, bu bir hata olarak görülüyor. Çünkü; Alman hükümeti bu kadınların, önceden Almanca öğrenmesini istiyor.
Söyleyin bana sevgi hangi dili konuşuyor?

Genç insanların sevgisi, bir düzenleme ile, sadece Almanca uygulaması ile olamaz. Hayır ! Kim Almanca bilmeyi en önemli şart olarak belirlerse, insan haklarını ihlal eder. AB yönetmeliklerinde böyle şartlar yok. Böyle şeyler bizi üzer''....(demiş)

Avrupa' da doğmuş, gelişimini tamamlamış, eğitimini de, orada almış gençler, yine Avrupa'da doğmuş/büyümüş gençlerle yaptıkları aile birliklerinde, uyum sağlayabiliyorlar.
Birçok sebepleri var; iki kültür arasında harmanlanıyor bu gençler...

Avrupa'da doğan çocuklar Türkçe'den çok, artık hangi Avrupa ülkesinde yaşıyorlarsa oranın dilini konuşurlar.

İki kardeş aralarında konuşurken dahi Türkçe'yi kullanmazlar. Evde, okulda, eğlencede, sokakta, çok nadir Türkçe konuşurlar.

Son iki jenerasyonun, dil bilmeme sorunu artık yok ama şu bir gerçek ki, kendilerini, okulda hangi dil ile eğitim alıyorlarsa, o dille daha iyi ifade edebiliyorlar. Diyelim, Almanya'da yaşıyor bu genç; Almanca düşünüyor ve Almanca kendisini daha iyi ifade edebiliyor. Buradan baktığımızda, ilk etapta dil sorunu var.

Almanca düşünen ve kendini bu dille ifade edebilen bir genç, diğer taraftan, Türkçe düşünen ve bu dille ifade edebilen ithal gelin/damat adayı...

Diğer taraftan, Türkiye'de yetişen gençler, daha kıvrak zekalı(!), yarışmacı, hırslı, agresif,farklı, idealist, inatçı, duygusal iken, Avrupa' da yetişenler, daha , yarıştan uzak, rahat, özgüveni yüksek, üniversite telaşı olmayan gençlik(tir).

Dolayısıyla; Avrupa'da ve Türkiye'de yetişmiş gençler arasında çok büyük farklar vardır. Avrupa'da yetişen gençler, ancak orada yetişenlerle uyum sağlayabiliyorlar.
Diyelim ki; Başbakanımızın dediği gibi; Türk genci, Türkiye'den bir kıza aşık oldu.

İşte tam burada sorunlar başlıyor. Alman hükümeti, aile birliğinde, Almancayı şart koşuyor ve zorluklar çıkartıyor. Türkiye'den Avrupa'ya gelen''ithal gelin/damat'' adayı da buraya geldiğinde birçok zorluklarla karşılaşıyor.

Biz bu teorilerin ardından koşarak giderken...

Başbakan Erdoğan Bild gazetesine, beni de şaşırtan ama sonradan, düşünmeye iten bir şey söylüyor;
''Söyleyin bana sevgi hangi dili konuşuyor'' ?
Diyor...

Ben inanıyorum ki; Başbakan Erdoğan bu çıkışlarıyla tarihe geçecek.

Dünyada yasalar, kanunlar, şartlar, otorite, şu/bu işlerken ve bunlar üzerine binalar atılırken, o sevgiden, insan haklarından, bahsediyor ve en şaşırtıcısı etkilide oluyor!

Erdoğan Tempodrom'daki konuşmasında, ''dünya küçüldü'' derken, bunda kendi etkisi olduğunun da farkında...

Almanya' ya göçün 50. yıl kutlamaları dolayısıyla Almanya' ya giden Erdoğan, sanki yan komşuya çaya gitmiş gibi bir rahatlıkla konuşuyor.

Terörü şikayet ediyor. Yanımızda olun diyor. Hep beraber yenelim diyor. Tek sorumlu PKK değildir diyor. Bu terör örgütüne maddi/manevi yardım sağlayan herkes suçludur diyor, bir nevi hesap soruyor. İnsan haklarından bahseden Avrupa'yı yerden yere vuruyor.Duygusal konuşarak vicdanlara sesleniyor. Ve teröre karşı, ortak bir mücadele platformu oluşturmaya çağırıyor.

Diğer taraftan, Avrupa'nın ciddi bir dar boğazdan geçtiği şu günlerde,Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir şekilde büyümesinin altını çiziyor. Güçlüyüz mesajı veriyor.

Türkiye bugün tüm dünyada yoksulların, mazlumların umudu, kimsesizlerin sesi/nefesi haline geldi diyerek, Avrupa' da yaşayan Türklere'de seslenerek, arkanızda çok güçlü bir ülke var, endişeniz olmasın, var gücümüzle, imkanlarımızla yanınızda olmaya çalışacağız diyor. ( Oradaki eğitimli yeni jenerasyonun, Türkiye için gelecekte büyük bir güç olduğunu biliyor)
Yine, Alman hükümetine seslenerek, entegrasyonun tek taraflı değil çift taraflı olması gerektiğinin altını çiziyor. (Senelerdir aşılamayan tartışma konusu)

Almanca öğrenmenin önemi kadar, Türkçe'ninde öğrenilmesinin gerekliliğini vurguluyor.( Artık Türkçe'ninde önemli bir dil olduğunu hatırlatıyor, Almanca'dan daha önemli demiyor, ana dil ne kadar iyi olursa Almanca'ya daha vakıf olunacağını belirtiyor )

Avrupa'da ki gençlerin, asla asimile olmadan, kimliklerini unutmadan, uyum sağlamalarının da altını çiziyor.

Almanları Türk vatandaşlığına davet ederek, ''biz de artık büyük bir gücüz'' mesajı veriyor.

Federal Alman İç İşleri Bakanı Peter Friedrich, çifte vatandaşlığın uyumun önünde engel teşkil edeceğini söylesede, Erdoğan; çifte vatandaşlık konusunun üstüne gidilmesi gerektiğini savunuyor.

Başbakan Erdoğan, ''Siz asla yalnız değilsiniz'' diyerek, Dışişleri Bakanlığımız, büyükelçiliğimiz, konsolosluklarımız, her zaman yanınızda olmaya devam edecek diyor.
Ayrıca; ''nerede bir vatandaşımız, biz oradayız'' sloganıyla, Yurtdış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığını kurduğunu söylüyor.

Yine, Alman Bild gazetesinde Almanya cumhurbaşkan Christian Wulff'un geçen yıl söylediği, ''İslam Almanya'ya aittir'' ifadesi ile bir tartışma yarattığı sorusuna ''Almanya' da beş altı milyon Müslüman yaşıyor. Aynı şekilde Türkiye'de yaşayan Hıristiyanlar ve Museviler de Türkiye ' ye aittir. Bu cümleyi medeniyetler ittifakı oluşturmaya çalıştığımız dünyada önemli buluyorum'' diyerek, çok güzel bir cevap veriyor.

Erdoğan'ın Tempodrom'daki konuşması ve Alman Bild gazetesine verdiği demeçten alıntılarda gördüğünüz gibi, kendisi, konuşmalarıyla, tavrıyla, verdiği cevaplarla,meydan okumasıyla, duygusallığıyla, Almanya'yı bir nevi fethediyor.

O yeni dünyanın, şahsına münhasır bir lideri...

Son dönem dış politika ile ilişkilerine baktığımızda, ben ''dünya liderliğine'' oynayan bir başbakan görüyorum.