BIST 10.657
DOLAR 32,06
EURO 34,81
ALTIN 2.423,18

Cumhuriyet'in çapsızları!

Arşivden alınan aşağıdaki satırlar Atatürk’ün CHP’sini değil, CHP’nin Atatürkçülüğünü irdelemektedir..

Evet bugün Türk Milli Eğitim sisteminin rahle-i tedrisinden geçen her öğrenci, 1918-1922 arasındaki o muazzam kurtuluş savaşının Mustafa Kemal'in önderliğinde nasıl zaferle taçlandırıldığını çok iyi bilir de; bu ülkenin nasıl batırıldığını ne yazık ki pek az kişi bilir..

Türkiye’nin nereden nereye geldiğini; nereden nereye gittiğini; nerede nelerle karşılaştığını ve nerede durduğunu tespit edebilmek için, ülkenin “yakın tarihini” bilmek olağanüstü derecede önem taşıyor..

Elbette, Osmanlı’nın kuruluşunu, batışını, milli mücadele yıllarını, Atatürk’ün devrimlerini iyi bilmek gerekiyor..

Ancak, yakın tarih dediğim süreci, özellikle son elli yıllık dönemi ölçüt alarak tahlil etmek, biraz daha “gerileri” anlayabilmenin ön şartıdır..

Endazenin yerine metrenin getirilmesi, metrekareye düşen gayri safi hırsız ve arsız sayısını ve banka önlerinde “metrelerce” kuyruk oluşturan emeklilerin sayısını azaltmadığı gibi; pek çok alanda “ölçüyü” kaçırmamızı da engelleyemedi!

Umuyorum ki bazı okurlar, benim devrimlere karşı çıkmadığımı idrak ederler.

Eminim ki bazı okurlar, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’ün getirdiği bazı devrimleri “sulandıran” insanların olağanüstü akılsızlıklarının bu memleketi nereye getirdiğini iyi biliyorlar..

Bazı akılsızlıklar deyince, geçen gün televizyonda yorum yapan bir emekli generalin şahsında artık klişeleşmiş sözlere ve bu sözleri sarf eden kişilere sözü getirmek istiyorum.

Emekli general, “askeri aklın bazen akılsızlıklar yaptığını” ileri süren bazı yazarların sözlerine aynen şu cevabı verdi: “Atatürk de bir asker, siz nasıl olur da bir asker olan Atatürk’e akılsız dersiniz?”

Evet yukarda belirttiğim üzere, yakın tarihi, özellikle yakın siyasi tarihi bilmeden ne devrimlerin büyüklüğünü idrak, ne de Türkiye’nin yakın geleceğini inşa edebiliriz..

Geçmişte cumhuriyet rejimine sahip olup da demokrasisi olmayan Irak ile kısmen de olsa demokrasiye sahip olup da laiklik rejimi olmayan İran örneğinin, söz konusu ülkeleri müreffeh hale getirmediğini gördüğümüze göre, doğru sistemin gerçek bir demokrasi, cumhuriyet ve laiklik sisteminin "bir arada" bulunması gerçeği olduğunu neden göz ardı ediyoruz?

Millet iradesinin yegane tecelligahı olan Meclis’in, askeri vesayet altında kuşatılmasına karşı çıkmak mı orduya daha fazla zarar veriyor, yoksa MGK Genel Sekreteri'nin Türkiye’yi anti-değişime hapseden beyanları mı?

Evet, Türkiye’yi bölersek (pardon Türkiye’yi dönemlere bölersek!), 1918-1923; 1923-1938; 1938-1950; 1950-1960; 1960-1971; 1971-1980; 1980-1991; 1991-1997; 1997-2002; 2002-.. olarak ayırmak gerekir..

Siz eğer 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında olduğu gibi ihtilal, muhtıra, harekat, darbe yapar da, bunların Atatürk adına gerçekleştirildiğini iddia ederseniz, hem devrimleri sulandırmış olur; hem Atatürk’ü anlamaktan bihaber kalır; hem dört tarafınızdaki komşularla kavga etmeyi alışkanlık haline getirir; hem de 9 kişinin yasakladığı bir liderin 10 milyon insan tarafından nasıl Başbakan yapıldığını analiz etmek zorunda kalmaktan kendinizi alıkoyamazsınız..

“Eğitim sistemimiz çok iyi, çünkü 10 milyon öğrenci var; sağlık sistemimiz çok iyi, çünkü binlerce hastane var; dini hayat çok özgür, çünkü binlerce camide ezan okunuyor” diye mugalata yapan bir liderin bilge adam olarak kabul gördüğü bir siyasal sistemde ve sosyolojik atmosferde biz şimdi neyi tartışmış oluyoruz?

Hantal bürokrasiyi devletçilik; inanç özgürlüğüne balta vurmayı laiklik; ihtilalciliği inkılapçılık; halk yardakçılığını halkçılık; içe kapanmayı milliyetçilik; milli komünizmi cumhuriyetçilik olarak “takdim” eder ve bununla kalmayıp bunu “takdis” de ederseniz “takdir” edersiniz ki gelinecek nokta şu anda bulunduğumuz nokta olur..

Yukarda sayılan devrimlerin hepsi, getirildiği dönem, doldurduğu boşluk ve içinde taşıdığı teorik mükemmellik itibariyle hakiki anlamda büyük devrimlerdir, yeter ki “uygulamasında” akılsızlık yapılmasın..

Pardon “uygulamada akılsızlık yapılmasın..” sözünü geri alıyorum..

Zira, bahsi geçen emekli generalin “sen Atatürk’e nasıl olur da akılsız dersin..” demesinden korkuyorum!

Evet, Türkiye’de yaşanan gerginliğin, gerikalmışlığın, zekageriliğinin yaygınlaşmasının bir sebebinin hatta en önemli sebebinin, özellikle bazı “dinamikleri” harekete geçirmekte pek mahir olan aydınlardaki “statik” düşünce kalıbının kırılamamış olmasıdır.

O nedenle, hep yanlış olarak algılanan sağ-sol; ilerici-gerici; dindar-laik çatışmasının gerisindeki asıl sebep de buradan kaynaklanıyor..

Olayları kritize ederken, özellikle kavramları dar bir alana hapsedip bir fasit daire gibi kendi içimizde dönüp duruyoruz..

Herkes kendi “çapına” göre, dönen dairenin içindeki “merkeze” , kendini koymaya çalışıyor..

Çünkü, bu düşüncenin kırılmasına ne yazık ki “çap elvermiyor!”

Belki de o yüzden bazıları her daim "yuvarlanırken", bazıları da "dört köşe oluyor!"