BIST 9.725
DOLAR 32,53
EURO 34,81
ALTIN 2.425,15

Çeviri Komploculuğun Son Halkası: Aşı ve İlaç Karşıtlığı

Dünyada hemen her şeye inan insanlar var ve inançlarının absürtlüğüne rağmen onları yaymak için hem örgütleniyor hem de kitle iletişim araçlarını kullanıyorlar.

Dünyada hemen her şeye inan insanlar var ve inançlarının absürtlüğüne rağmen onları yaymak için hem örgütleniyor hem de kitle iletişim araçlarını kullanıyorlar.

Bu tip tuhaf inançlardan biri dünyanın düz olduğu inancı. Dünyanın düz olduğuna ve modern bilimin bizi yanılttığına inanıyorlar. 1956 yılında kurulan dernek, ikinci başkanının da vefat etmesiyle şimdilerde biraz zayıflamış görünse de insanları dünyanın düz olduğuna ikna etmek için epey malzeme üretmişler.

Çoğunluğumuz için sadece bir eğlence konusundan ibaret olsa bile dünyanın düz olduğunun fetvasını veren hatta aksini iddia edenlerin cezalandırılması gerektiğini düşünen fetvacılar bile olmuştu son zamanlarda. Bunlardan biri 1993 ten ölümüne kadar Suudi Arabistan Baş Müftüsü olan Abdülaziz bin Abdullah bin Baz idi. Kral Salman’ın oğlu ve hava kuvvetleri pilotu olan Prens Sultan 1985’te katıldığı bir uzay misyonu sonrasında itibarlı bir kahraman olmuştu Arap dünyasında. Müftü Baz, bu fikrini ve fetvasını ancak ‘Ben bizzat gördüm. Dünya yuvarlak ve dönüyor’ diyen Prens Sultan’ın ikna çabasından sonra yumuşatmıştı.

İnsanlar, dünyanın yuvarlaklığına, geoidliğine, düzlüğüne, silindirliğine ya da başka bir şekilde olduğuna dair inançlarında serbesttirler. Zira, bu zararsız ve eğlenceli inançların espri konusu olmasının ötesinde çok da bir etkinliği yok.

Lakin, bu tür komplo teorileri ile saçma inançları biri birine bağlayan tuhaf bir aura var. Yani birine inanma eğilimde olan insanlar genelde bir süre sonra bu tür saçmalıkların hepsine inanmaya başlarlar. İşin sonu dünyayı ve beynimizi kontrol eden uzaylılara kadar varır.

Zararsız teorilerin yanında bariz zararları olanları var ki konumuz tam da bunlar. Bazı saçma inançlarına ve komplo teorilerine gülüp geçsek de bir kısmının geridöndürülemez sonuçları var. Yani ortaya atılan komplo teorilerinin insan hayatı, toplum sağlığı ve kamu ekonomisi gibi önemli ve toplumu etkileyen hayati tahribatları var.

Bu tür saçmalıkların ortak özelliği, başı çekenlerin ve teorisyenlerin neredeyse tamamının at koşturdukları alanın temel okuryazarlık düzeyine sahip olmamalarıdır. Hedef kitle ya da halk arasındaki tabiri ile “müritlerin” tamamı da aynı şekilde alanla ilgili temel formasyondan yoksundur. Dolayısıyla jargona bulanmış her şeyi sorgusuz kabul etme eğilimindedirler. Konuya uzun yıllar emek sarf eden uzmanların neden kendileri gibi düşünmediğini ise sorgulamazlar.

Aşıların zararlı olduğuna dair olanı, giderek yaygınlaşan bir sorun haline geldi. Yabancı dile muttali olanlar, bu konuda oldukça organize bir ekibin var olduğunu ve internet ile sosyal medyayı etkin kullandıklarını bilirler. Bunların Türkiye şubeleri ise sadece eldeki materyali yarım yamalak çevirip vatandaşın üstüne boca ediyor. Komplo teorilerinden ekmek yiyip adeta işin profesyoneli olanı, her iki yılda bir çeviri kitaplar çıkarıyor. Son kitabı ilaç ve aşıların zararları üzerine. Kitaptaki iddialar daha önceki komplolar ile aynı formatta: “Büyük şirketler hepimizi zehirliyormuş ve çok para kazanıyorlarmış. İlaç kullanmaktan ve aşı yapmaktan vazgeçenler daha sağlıklı ve mutlu bir hayat sürüyorlarmış. Bu yüzden aşı yaptırmamalıymışız.”

Bu saçmalık bizde yeni moda olsa da yaklaşık 15 yıldır tüm dünyayı kasıp kavuruyor. Dünyada bitmenin eşiğine gelen birçok hastalık hortlayıp yeniden can almaya başladı. Sebebi ise aşıların zararlı olduğuna inanıp çocuklarına aşı yaptırmayan ebeveynler. En dramatik örneğini de bu yılın başında iki çocuğunu on beş gün arayla kızamıktan kaybeden Filipinli anne Arlyn B. Calos. Medyada duyduklarına ve internette okuduklarına inandığı için çocuklarına aşı yaptırmamıştı Calos. Ardından da iki çocuğunu toprağa verdi. Kendini savunurken de “Öfkeliyim çünkü televizyonda, Facebook’ta gördüklerime inandım. İnanmamalıydım. Çocuklarımı koruyabilmeliydim. Kızamığa yakalanmayabilirlerdi” demişti. Onu bu kararı almaya iten ise ülkede oldukça etkili olan aşı karşıtı kamuoyu ve propaganda. Medya ve propaganda araçları tarafından bilerek şeytanlaştırılan bir uzmana danışmak yerine internet ve komplo teorisyenlerine itibar etmişti. Benzeri vakalar dünyanın her yerinde görülmeye başladı.

 Türkiye’ye yavaş yavaş yayılan bu havayı pompalayan komplo teorisyeninin taktiği ise aynı: Kitap çıkartılır, ana akım medyada parlatılır… Tüm kitapçılarda en çok satılanlar listesine konur ve sosyal medyada reklam edilir. Yazılan saçmalıklara uzman itirazlarını içeren hiçbir şey ana akım medyada yer bulamaz. Kitap eleştirileri ve uzman infialleri havada kalır. Kitap zihinleri epey bulandırdıktan sonra itibarlı şekilde bir süre daha var olur.

Bir önceki kitabına dair eleştirilerim burada duruyor. Ne kendisi ne de müritleri herhangi bir savunmada bulunmadılar.

Ülkenin en büyük sorunu olan medyaya dair yazdıklarıma bu sayfanın müdavimleri aşinadırlar.  Türkiye’nin en çok itibar edilen medya kanalları ve program yapımcıları, komplo teorisyenini televizyona çıkardıklarında karşısına bir uzman çıkarmaya tenezzül bile etmiyorlar.  

Bu tür konularda medyanın, konuşmacıların ve yazarların ahlaki ve entelektüel sorumluluğunun olması gerekir. Komplo teorisyenlerine açılan kanalların aynı derecede uzmanlara da açılması bu sorumluluğun en asgari standardı.

Vatandaş ve okuyucunun Arlyn B. Calos gibi başını duvarlara vurmaması için ise medyada ve sosyal medyada duyduklarını/gördüklerini/ okuduklarını uzmanlara danışması şart. Çünkü komploların bazısı geniş kitleleri etkileyebilir ve sizi gerçek olduğuna ikna edebilir. İnsanları herhangi bir saçmalığa inandırmak için çoğu zaman ikna edici grafik ve resimlere bile ihtiyaç yok.  Aşıların ve tohumların zararlı olduğuna ikna etmek için birkaç medya programı ve sosyal medya pazarlaması yetiyor. Çünkü daha az absürtlüğe inanmaya hazır epey bir insan var var dünyada.