BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Cazda Panayır zamanı!

‘Panayır’, coşku ve sevinç taşıyan, hem caz hem klasik batı müziği esintili bir albüm.

Abone ol

2004’ün başında kurulan Ayşe Tütüncü Üçlüsü, besteci ve piyanist Tütüncü’nün yanı sıra bas ve Si b klarinette Oğuz Büyükberber ile soprano ve tenor saksofonda Yahya Dai’den oluşuyor. 
 
Yaklaşık iki yıldır konserler veren üçlünün geçtiğimiz günlerde çıkan albümü, Ayşe Tütüncü’nün, iki nefesli ve bir piyanodan oluşan grubu için özel olarak düzenlediği yeni bestelerine yer veriyor. 
 
Albümdeki besteler arasında, tangoya yeniden hayat veren besteci Astor Piazzola ile ABD'li besteci Carla Bey’den Tütüncü tarafından düzenlenmiş birer yorum da yer alıyor.
 
EMI Müzik Türkiye ve ABD'nin saygın caz plak şirketi Blue Note etiketiyle piyasaya sürülen ‘Panayır’, doğaçlamalar başta gelmek üzere, her tınısında işine ruhunu koyan üç insanın yaşama sevincini kulaklara üflüyor.
 
Grubun kurucusu, besteci ve piyanist Ayşe Tütüncü, cnnturk.com’un, yeni albüm ve Türkiye’deki caz müziğine ilişkin sorularını yanıtladı:
 
Tarihimizde, kökenimizde böyle bir müzik türü olmamasına karşın, caz müziğin belirli bir seviyede sevilip, tutunmasını neye bağlıyorsunuz?
 
Ayşe Tütüncü: “Dobralıkla konuşacak olursam birincisi, kültürümüzde ‘kendini sevmemek-sevememek’ diye çok derinlerimize sinmiş bir halimiz vardır ya hani, sanki yabancı olan herşey çok güzel ve iyi de, bizden olan herşey kötü ve aşağılıkmış gibi... Neyse ki bu durumdan bir olanak doğuyor ve buradan cazın sevilmesi gibi bir fayda ile çıkabiliyoruz. 
 
İnsan kendinde olmayana merak ve ilgi duyar, onu haznesine katmak ister, bu bir gelişme yoludur. Hem de, ‘yabancının büyüsü’dür ki bizi yanına doğru, başka bir 'kendimiz' olmaya davet eder.
 
Aynı zamanda bu tavır ‘yabancılar dışarı’ gibi bir sloganın da telaffuz edildiği bu dünyada, yabancı olana gösterilebilecek tam tersi yönde hoş bir tutumdur elbette, dostluktur bu.”
 
Türkiye'de kaç kişi caz müzik dinliyor ve caz albümü alıyor sizce?
 
Ayşe Tütüncü: “Bunun sayımını, dökümünü nasıl yapabiliriz ben de bilemiyorum. Çünkü caz albümü satış rakamları sadece satılanı gösterir, ama korsan satışları değil.

Ya da albüm almıyor olsa bile konsere gidenleri de göstermez. Bütün illerde sağlıklı bir anket yapılsa, çok zahmetli de olsa, ancak o zaman gerçek bir fikrimiz olabilirdi.”
 
Sayın Tütüncü, 'Panayır' albümündeki parçaları yaratırken neleri düşündünüz? Birkaç örnek verebilir misiniz?
 
Ayşe Tütüncü: "Genellikle söyleyebilirim ki hiç bir zaman bir parçayı yapmamın tek bir sebebi yok, hep birden fazla sebep birleşiyor ve o parça şekilleniyor. Ama size sebeplerden birini, bir izlek örneği anlatabilirim.
 
Girit'e Mektup: Ege müziğinde bana çok sağlamlık duygusu veren birşey var, temposunda, jestlerinde, oturuşunda-kalkışında. Bu parçamı başlatan Girit melodisinde bir özellik daha var, o da şu ki, müziğin akışında tam tamına aynı düzenle tekrar eden bir salınım yok, üstelik de melodinin ilk kısmının son sesi zannettiğimiz ses aslında devamının ilk sesiymiş gibi de bir gidiş var sürekli: 'Topal-to-palto-palto' derkenki gibi. 
  
Panayır: Bu parçada benim hissettiğim çeşit çeşit müzik var, parça çok değişik çağrışımlara açık, çünkü epey geniş bir coğrafi-kültürel alana yayılıyor.
 
Tıpkı Zeynep: 'Zeynebim' türküsünden yola çıkıp oldukça uzak bir limana vardık, çıkış noktasını hep hatırlamak istediğim için adını mahsus böyle koydum.
 
Soledad/ Yalnızlık: Eskiden bu parçanın orjinalini bir üç ay var ki neredeyse hergün dinledim... O bana üç ay boyunca eşlik etti, ben de işte ona gönül borcumu ödüyorum, hem düzenleyip kendimce katkıda bulunarak, hem de her daim çalarak...
 
Çözün Onu: Tümden serbest doğaçlama çalmak üçümüzün de pek sevdiği, birlikte de çok severek yaptığı bir şeydir. Üstelik risklidir de, çünkü her sefer iyi tutacak diye birşey yok, insanı rezil de eder, vezir de... Ama tam da o yüzden yaşadığınız, çaldığınız anı size çok yoğun hissettiriyor."
 
Siz aynı zamanda öğretmenlikle de meşgulsünüz. Öğretmek müzisyen kimliğinize neler katıyor?
 
Ayşe Tütüncü: “Piyano, solfej, armoninin ilk safhası ve grup müziği öğretiyorum. Öğrenmek isteyen, merak eden, soru soran gözlerle bakan birine birşey anlatmak mini mini de olsalar, yetişkin de olsalar çok zevkli oluyor.
 
Öğrencinize bakarken kendi kattetiğiniz yolu hep göz önünde tutuyorsunuz, böylece yıllar boşa geçmemiş oluyor. Öğretmek insanın kendi için çok öğretici olabiliyor, sorulan bir soruya cevap ararken sizin anlattıklarınızdan öğrencinin kendi kavrayışı ile bulduğu bir cevap size çok yol gösterebiliyor.
 
Mesela bir parçanın tonalitesine (ses grubu) ait olmayan bir sesi parça içinde yine de ara sıra kullanabilmemizden, ve ona ‘ton dışı ses’ dediğimizden bahsederken Tamer, 'haa, misafir nota bu' demişti.
 
Öğretmek, birilerinin işine yaradığınızı dolaysızca görmek, demek ki ben lazımım demek..."

Türkiye ve yurtdışında konser vermiş bir müzisyen olarak, Türkiye'deki konser mekanlarını yurtdışındakiler ile teknik, akustik açıdan kıyaslayabilir misiniz?
 
Ayşe Tütüncü: “Ben en çok İstanbul'daki mekanları biliyorum, sonra da Ankara, İzmir, Eskişehir ve Bodrum'dakileri. İyi salonlarımız gerçekten iyi, ama oldukça az. Teknik aksam konusu çok daha rahatladı, ancak akustiği düşünülerek yapılmış salon çok az.

Bir de şu var, alışkanlık olarak ‘Türkiye'deki mekanlar, Türkiye’deki şunlar, bunlar...’ diyoruz ama Türkiye'de İstanbul gibi şehirlerin dışında Mardin, Konya, Trabzon gibi şehirlerimiz de var.
 
İstanbul'daki en hoş mekanlarla Avrupa'da gördüğüm en hoş mekanlar gayet başa başlar, iyi güzel, ama mesele şu ki, İstanbul'u ve ona yakın şehirleri halletmek demek meseleyi halletmek demek değildir. Bu bir yarışı kazanma sorunu değil, yaşam sorunu, güzel yaşantıları her yere yayabilme, genelde herkese açabilme, ‘aman bana ne ya’ deyip de bir sürü insanı bu hoşlukların dışında bırakmamayı isteme sorunu.
 
Peki bu nasıl olacak? Para lazım evet, ama artık anlıyorum ki, bu paradan daha da çok bir istek ve niyet meselesi. Elinde para olanların olanakları paylaştırmaktan haz duyması, ya da haz duymaya ikna edilebilmesi halinde işte ancak o zaman ‘Türkiye'deki konser mekanları’ diye söze başladığımızda gerçekten söylediğimiz genelleme sahici olur.
 
Allah'tan Anadolu Kültür A.Ş. ve onun gibi o projeye destek veren çeşitli kuruluşlar sayesinde Diyarbakır Sanat Merkezi, Kars Sanat Merkezi gibi yerlerimiz de var artık Türkiye'de...”
 
Piyano sizin için ne ifade ediyor?

Ayşe Tütüncü:
“Onu seviyorum, başka nasıl diyeyim. Bazen yolda yürürken binanın birinden piyano sesi aksettiği olur, o zaman içimden bir heyecan dalgası geçer, ‘Tanrım biri piyano çalıyor!’ diyerek orada durup adeta özlemle dinlerim. Sanki benim evde piyanom yokmuş, keşke ben de çalabilseydim, dermiş gibi.

Gerçekten de bu his benden bir türlü geçmiyor, hoşluk olsun diye söylemiyorum.”
 
Sahnede ya da stüdyoda en mutlu olduğunuz anlar hangileri?

Ayşe Tütüncü: ”En mutlu.... En mutlu... Yok, böyle demek çok zor... Ama sahnede çok mutlu bir sürü an var, belki öyle bir anın duygusunu tarif etmem işinize yarayabilir. 
 
Ritmin üzerinde beraberce dolu dizgin giderken, başkası ya da kendim yüzünden beklemediğim güzellikte bir harekete şaşırdığımda, muzip muzip bakışırken, parça aralarındaki seyircilerle muhabbet anlarında grupça şakalaşmalarımızda, çok yumuşak pasajlarda seslerin sihir gibi havada asılı olduğunu hissettiğim anlarda.
 
Stüdyoda ise miksaj denen iş yapılırken önce herşey arap saçına döner, derken bir an gelir, havada adeta bütün enstrümanların teker teker yerini aldığı bir hayal belirir gözünüzde, parçanın şekli netleşir, müzik havadaki mekanda yerine yerleşir, işte o anın ilk belirdiği sıra çok sevinirim, kaybolup yeniden bulunmak gibi birşey."
 
Hepimizin hayata baktığı pek çok farklı pencere var. Ayşe Tütüncü'yü yaşama bağlayan müzik dışındaki pencereleri nedir?
 
Ayşe Tütüncü: "Müziğin dışında mı bilemem ama şunlar var: Birşeyin gerçek sebebini anlamak. Arayıp bulmak, bulmaca çözmeye benzeyen şeyler. Birşeyi oluşturmak, elbirliği etmek. Yaşadığım bir kaybı idrak etmek, bir dönem, bir insan, bir fikir, herbiri olabilir kaybedilen...
 
Bir şeyi iyileştirmek, sevgi duymak ve sevgi duyulan o şeye, o kişiye ihtimam göstermek, gösterildiğine tanık olmak.
 
Hikaye anlatmak, hikayelerin devamının gelmesi. Ve tabii ki oyun."

Kaynak: