BIST 10.471
DOLAR 32,77
EURO 35,09
ALTIN 2.457,99
HABER /  GÜNCEL

Borsaya endeksli gazetecilik

"Borsaya endeksli ekonomi gazeteciliğinden rahatsızım" diyen Milliyet yazarı Osman Ulagay, Yeni Para dergisi ile yaptığı söyleşide ilginç açıklamalarda bulundu.

Abone ol

İşte Yeni Para’da yer alan söyleşi: - Siz çok tanınmış bir ailenin oğlusunuz. Neden bir işadamı olarak devam etmediniz? Neden gazetecilik? - Benim ailem Türkiye'nin ilk sanayicilerinden. Yerli ilaç sanayiinde, 1950'li yıllarda ilk modern fabrikaya geçen firmalardan biri. Benim de doğal olarak bu yapı içinde yer almam öngörülmüştü. Ailede kimi eczacı, kimi kimyager, kimi de doktordu. Hep ilaçla ilgili alanlardı bunlar. Eksik olan ayak, işin idari yönüydü ve iş idaresi okumam düşünülmüştü. Ben de Robert Kolej’de iş idaresi bölümüne başladım, fakat ikinci yılın sonunda tek bir firma bünyesinde iş yönetmek fikrinin beni tatmin etmediğini düşündüm ve ekonomi bitirmek istedim. Babam da çok demokrattı karşı çıkmadı, ekonomiyi bitirdim. Buna karşın, gene de aile şirketinde bir görev üstleneceğim düşünülüyordu. Aile firmasında çalışmak bir çeşit hazıra konmak gibiydi. Patronun çocuğu, nasıl olsa başarılı olurdum. Özel sektörde başka işlerde çalıştım. Mesela Manajans'ta reklam işi yaptım. Kuruluş aşamasındaki Efes Pilsen'de satış müdürlüğü yaptım. Ecza deposunda çalıştım... Fakat hep hevesim öğrenmeye açık bir işte çalışmaktı. Mastır yapmaya İngiltere'ye gittim. Oradan da Cumhuriyet gazetesine "İngiltere mektubu" adıyla, öylesine yazılar göndermeye başladım. Onlar da yayınladı... - Peki ailenizin istekleri... Sizi bugün İbrahim Ethem Ulagay'ın yönetim kurulu başkanı olarak görmek de mümkün müydü? - Benim bu alanda göstereceğim yeteneğe bağlı bir şeydi. Ayrıca firmamız da değişik maceralar atlattı. Pürüzsüz bir yol izleyemedi. Bütün bu yol içinde ben nerede yol alırdım pek bilemeyeceğim. - Belki de siz başta olsaydınız hiç yaşanmazdı o maceralar? - (Gülüyor) Ama ben o işadamı yeteneklerini de kendimde görmedim doğrusu. Benim öğrenmeye, bilgiye eğilimim vardı. Buna karşılık bir hiyerarşinin başında olmaya, böyle can alıcı pazarlıklar yapmaya pek hevesim yoktu. Doğru bir seçim yaptığımı düşünüyorum. Öbür tarafta bir seçenekte ısrar etseydim herhalde başarılı olamazdım diye düşünüyorum. - İngiltere'den gönderdiğiniz yazılara para ödeniyor muydu? - İngiltere'den döndükten sonra gazeteyle part-time ilişki kurmayı sürdürdüm. Küçük bir telif gibi bir meblağ ödenmeye başlamıştı. Cumhuriyet, haftada bir dünya ekonomisiyle ilgili bir sayfa yapmama olanak sağladı. Tam da 12 Eylül dönemiydi. Günaydın gazetesi, ayrı bir ekonomi eki vermeyi düşünüyordu. İşin başında da Necati Doğru vardı. Bana teklif ettiler ve onlarla bu işi yapmaya başladım. Yine part-time çalıştım. Fakat bundan kısa bir süre sonra Hasan Cemal Cumhuriyet'in genel yayın yönetmeni oldu. Biz onunla aynı kuşaktanız, ama çok da tanışmıyorduk. Cumhuriyet de bana sürekli bir iş teklif etti. Ekonomi editörlüğüydü bu. O tarihten itibaren de ben kadrolu olarak gazeteciliğe adım attım. Bir köşe de açtılar bana. Bir yandan örenirken, bir yandan da yapıyordum bu işi. - O dönemde gazeteciler çok para kazanmıyordu. Hele de Cumhuriyet'in ücret politikası biliniyor. Ama siz zengin bir ailedendiniz. Hayat standardınız farklı mıydı? - Cumhuriyet'te ben ekonomi servisi şefiydim. Yazı yazıyor, ek işler yapıyordum. Oradan aldığım ücret geçinmeme yetiyordu. O dönemlerde olay farklı boyuttaydı. Gazetelerin çoğu Cağaloğlu'ndaydı. Biz vapur, dolmuş kullanarak gazeteye gelirdik. Birçoğunun arabası yoktu. Olsa da bırakacak yer yoktu. Başka bir hayat standardı yoktu. Aldığım para da sıkıntı çektirecek kadar az değildi. İlk sıçrama Sabah'a geçince oldu. Aldığım para birden üç katına çıktı. Özel sektörde bir yöneticinin aldığı para gibiydi. 1993'te Milliyet'e geçerken ücret yine katlandı. Ondan sonra da hep döviz kurlarına endeksli bir şekilde yükseldi... - Yani siz aileden destek almıyor muydunuz? - Babam 80'li yıllarda vefat etti. Dolayısıyla varis olarak hissedar durumuna geldim. Fakat biz o şirketi 4-5 yıl sonra sattık. Artık hiçbir bağımız yok. - Aralık yaklaşıyor. AB konusunda ne bekliyorsunuz? - Çok ilerledik. Yaşanan süreç AB'nin vize vermesi gerektiği yolunda. AB kamuoyunu buna hazırlamak lazım. - Peki AKP'nin ekonomik programı devam ettirmesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce Ali Babacan ödevlerini iyi yapıyor mu? - Başlangıçta daha fazla kuşkularım vardı. Çok böyle “Kendi isteklerimizi yapacağız” gibi demeçleri oldu. Ama hayat tabii çok çabuk öğretiyor gerçekleri. Öğrenme kapasitesini gösterdi ve iyi bir adaptasyon sağladı.Şu anda başarılı buluyorum. Tabii, burada tek parti iktidarı olmasının önemi var. - Siz genellikle kötümser yazılar yazıyorsunuz ekonomiyle ilgili. Deniz Gökçe, sizin kötümser ancak verilere dayanan, ikna edici yazılar yazdığınızı söylemişti. Peki siz kimleri beğeniyorsunuz? - Valla ben ekonomi yazarlarının çoğunu takip ederim. Ben de analitik tarafı olan, veriye dayanan yazıları daha çok dikkate alırım. Ama herkes her zaman aynı çizgiyi tutturamıyor. Benim eleştirdiğim boyut, borsaya endeksli ekonomi gazeteciliği daha öne çıktı. Bundan rahatsız oluyorum. Biraz daha reel ekonomiye ağırlık verilmesi lazım. - Sizin hakkınızda araştırma yaparken, küresel karşıtlığınız o kadar çok karşıma çıktı ki, sizi büyük zirvelerde liderlere çeşitli eylem girişimlerinde bulunan o küreselleşme karşıtı kişilerden biri olarak hayal ettim. Sahi, böyle bir fırsatınız olsa ne yapardınız? - (Gülüyor) Valla bir fantezim olabilir. Şiddet karşıtı olmama rağmen, içimden George Bush'a sıkı bir tokat atmak geçebilir. Atarken de "Bu salaklığın için" diyebilirim. O kadar adamı entelektüelliğe düşman olarak görüyorum ki... Maalesef Kerry de ondan çok iyi değil. Ama daha gelişmişi...