BIST 10.400
DOLAR 32,23
EURO 34,95
ALTIN 2.412,19
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Bir günde nasıl ekonomist olunur?

Kısa ve kolay yoldan ekonomi kavramlarını öğrenebilirsiniz.

Abone ol

Kafa karıştırıcı birçok ekonomik kavramı bir okumayla öğrettiğini ve bir günde ekonomist olunabileceğini iddia eden bir kitap yayınlandı. İddia büyük gibi görünsede de kitap bu iddiasını destekleyen kanıtlar sunacak kadar da cesur.... İşte size kitaptan ve söz konusu kanıtlardan bir kesit:

Enflasyon, bütçe açığı, faiz oranları, cari açık, kar marjı, fırsat maliyeti, görünür maliyet, mikro ekonomi, makro ekonomi ve daha nice kafa karıştırıcı kavramlar artık sadeleşiyor…

Son zamanlarda en çok duyduğumuz kelimeler belki de enflasyon, cari açık, milli gelir, ekonomik istikrar gibi ekonomi ile ilgili kavramlardır. Ancak sıkça duyduğumuz bu kavramlar hakkında hiçte yeterli bilgiye sahip değilizdir. Örneğin cari açığın ne olduğunu tam anlamıyla bilenimiz çok azdır. Aynı zamanda bu kavramların izahı ve anlatımı da çok zordur. Bu nedenle ne ekonomimizi tartışan isimler bu kavramlar hakkında bilgi vermeye yanaşırlar ne de biz bu bilgileri öğrenmeyi merak ederiz. Oysa her şeyin bir şekilde ilişkili olduğu ekonomiyi anlamak bir nevi yaşamımızda ki bazı önemli gelişmeleri de anlamamıza olanak sağlayacaktır.

İşte böyle bir ihtiyaçtan yola çıkılarak Amerika’da yazılan ve yayınlanan “” adlı kitap Etkileşim Yayınları tarafından Türkçeye çevrilerek okuyuculara kazandırılmış.
Kitabın en büyük özelliği kafa karıştırıcı birçok kavramı kısa bir anlatımla, çok kolay ve kalıcı bir şekilde okuyucuya öğretmesi. Kitabın en büyük iddiası da bu zaten, “kısa ve kolay yoldan kalıcı bir şekilde ekonomi kavramları öğretme”. Sayfa sayısının 126 olması, kitabın iddiasını da destekliyor zaten. Ayrıca kitabın anlatım üslubu da öyle zor ve akademik değil. Sade ve diyalog şeklinde kaleme alınmış. İçerik tamamen, İşletme yüksek lisansını yeni bitiren bir gençle yaşlı bir ekonomi profesörünün konuşmalarına dayanıyor. Alışık olduğumuz üzere ekonomi konuların anlatımında başvurulan ne bir grafik ne de matematiksel bir formül yer almış kitabın içinde. Sade bir anlatımla bilgiler verilmiş.

“Bir günde Nasıl Ekonomist Olunur” Özellikle yönetici sıfatı olanlar başta olmak üzere hemen hemen her kesin elinin altında olması gereken küçük hacimli bir kitap.
İşte kitabın iddiasına kanıt birkaç konu başlığı…

Her Yöneticinin Makroekonomi Hakkında Bilmesi Gerekenler

Tuğla bina sarmaşıklarla kaplıydı. Hiç şaşırmadım. Merdivenlerden hemen ikinci kata çıktım. Gleason Binası’nda 214 numaralı oda demişti babam. Kapalı kapıdaki isim levhasında Mr. Marshall yazıyordu. Kapıyı çaldığımda yaptığımın aptalca olduğunu düşünüyordum, ama babamın fikri olmasına rağmen bu işi bitirmeye kararlıydım. “Buyrun,” dedi yumuşak bir ses. “Sizin için ne yapabilirim, Mr. Smith?”
Ofis oldukça sadeydi. Bir kanepe, bir kaç sandalye,iki kitaplık ve bir kaç kitap: Adam Smith’in Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations), Karl Marx’ın Kapital’i(Das Kapital) ve John Maynard Keynes’in Genel Teori’si(General Theory). Geri kalanların hepsi matematik kitaplarıgibi görünüyordu. Profesör Marshall nisbeten etkileyicibir masanın arkasında, bilgisayar ekranına benzerbir şeyin yanında oturmuş piposuyla uğraşıyordu. Bu manzarayı tahmin edebiliyordum, fakat doğrusu köşede bir televizyon olabileceğini hiç düşünmemiştim.
“Efendim, babam sizin bir öğrencinizdi. Belki hatırlarsınız, 1953 mezunlarından James Smith.”
“Evet, tabii, benim en başarılı öğrencilerimdendi. İş dünyasında da oldukça başarılı oldu, değil mi?”
“Evet efendim. Kendisi Abbot and Pierce’in başkanıdır.”
“Pekala, sizin için ne yapabilirim?”
“Efendim, ben işletme dalında yüksek lisansımı yeni bitirdim ve yönetim kademesinde bir işe başlamayı umuyorum. Fakat babam benim ekonomiyle ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığımı düşünüyor. Bu sebeple beni size gönderdi ve sizin çok fazla zamanınızı almayacağımı söyledi. Size sormak istediğim şudur: Bir yönetici ekonomi hakkında neler bilmelidir?
Biraz şaşırmış göründü. “Okulda bunları çalışmadınız mı?”
Kendimi biraz huzursuz hissetmeye başlayarak, “Evet çalıştım ve derslerim de oldukça iyiydi aslında.” dedim. “Fakat babam ekonomiyi yeterince öğrenmediğimi düşünüyor. Onun söylediğine göre okulda bize öğretilenler sadece matematikmiş.”

“Peki, siz okulda muhtemelen ekonominin gerçek manasını değil matematiğini öğrendiniz. Ağaçların arasına daldığın zaman ormanın genel görüntüsünü kolaylıkla kaybedebilirsin. Dolayısıyla baban çok haklı. Ekonomininne olduğunu ve onun temellerini anlamadan iyi bir yönetici olunmaz.” Biraz bekledikten sonra sordu. “Not almak için kağıt kalemin var mı?”

“Evet efendim.” dedim sarı not defterimi çıkararak.
“Şimdi, ben sana söyleyene kadar hiç bir şey yazma.” dedi sert ve fakat arkadaşça bir ses tonuyla. “Ekonomide bir yöneticinin anlaması gereken üç farklı alan vardır. Biri makro, diğeri mikro ve sonuncusu da uluslararası. Bunu yaz.”

Ekonomide Her Yöneticinin Anlaması Gereken Üç Alan Vardır: Makro, Mikro Ve Uluslararası.

“Bunların herhangi birini, diğerlerini anlamadan anlayamazsın.” dedikten sonra ayaklarını masanın üstünekoydu ve tavanı seyretmeye başladı.
“Hadi.” dedi. “Anlaması en kolay olan makroekonomi ile başlayalım. Bu kolaylık herhalde makroekonomik problemlerin gazetelerin ilk sayfalarında ve televizyon programlarında fazlaca yer almasından geliyor. Makroekonomideki önemli konular enşasyon ve işsizliktir. Makro geniş kapsamda ekonomik faaliyetlerle ilgilidir.” diyerek, piposundan bir nefes çekmek üzere bir an durdu.

“Keynes! John Maynard Keynes modern makroekonomi teorisinin babasıdır. Kitabı The General Theory, rafta duruyor, görüyor musun? Sarı ve siyah kaplı olan.” Gördüğümü belirtir şekilde başımı sallarken, “Kitabı al ve ilk bölümünü bana okuyuver.” dedi.

Şaşırmıştım, çünkü kitabın birinci bölümü sadece bir sayfaydı. Boğazımı temizleyerek okumaya başladım:
Kitabımın adını genel kelimesini vurguluyarak, Genel İstihdam, Faiz ve Para Teorisi koydum. Kitabıma bu ismi verme sebebim, ben de yönetici ve akademisyenlerin fikri olan ve hem pratik hem de teorik anlamda geçmiş yüzyılda baskın olan klasik teoriyle yetiştirilmiş olmama rağmen, görüşlerimin ve vardığım sonuçların klasik teorilerle ters düşmesiydi. Bana göre, klasik teorinin varsayımları genel duruma değil, sadece denge durumununbelirli kısıtlı pozisyonlarda olduğu özel duruma uygulanabilir. Dahası, klasik teorinin varsaydığı bu özel durumun karakteristikleri, içinde yaşadığımız ekonomik toplumla uyuşmamakta ve sonuç olarak, gerçek tecrübelere uygulandığında klasik teori öğretisi yanıltıcı ve hatalı olmaktadır.

“Eğer hangisinin genel durum ve hangisinin de özel durum olduğunu anlasaydım, tahminimce yazarın ne demek istediğini anlayabilirdim.” dedim.
Profesör Marshall, “Haklısın, hakikaten problem orada.” dedi ve piposunu bırakarak sandalyesinde öne doğru eğildi.

“Gördüğün gibi,” dedi. “Keynes’in bu kitabı yazdığı zamanda, batı ülkelerinin ekonomileri bütün zamanların en uzun ve en kötü bunalımlarından birinin ortasındaydı. Aslında senin de muhtemelen bildiğin gibi, o kadar uzun ve kötü idi ki The Great Depression: Büyük Bunalım adını aldı. Keynes’in belirttiği gibi, yönetici ve akademik sınışarın düşünce yapılarının baskın olduğu klasik ekonomi, böyle bir durumun mümkün olamayacağını iddia ederdi. Klasik ekonomistlere göre işsizlik kendi kendini düzelten bir problemdi. Onlar, iş gücü pazarını diğer herhangi bir pazar gibi gördüler ve işgücünün bir fazlalığı olarak değerlendirdikleri işsizliğin arz ve talep ilişkisi içinde otomatik olarak düzeltileceğini düşündüler. Onlara göre, eğer işsizlik varsa iş gücünün fiyatı -ücretler- işverenin daha fazla işçi almasının kârlı olduğu bir noktaya kadar düşecekti. Böylelikle, işsizlik teorik olarak imkânsızdı.”
“Ee, anladığımdan pek emin değilim.” diye kekeledim.
“Bak, eğer işsiz olsaydın, senin için en yakındaki fabrikaya gidip ödediğiniz en düşük ücretten daha düşük bir ücrete sizin için çalışmaya hazırım demek mantıklı olmayacak mıydı? Ve yine, onların da seni bu şartlar altında işe almaları gayet mantıklı olmayacak mıydı?”
“Evet, sanırım öyle.”

“Böylelikle, hiçbir zaman işsizlik olmamalıydı. Ücretler herkesin istihdam edilebileceği bir noktaya kadar düşecekti. Keynes’in söylediği, gerçek dünyada durumun böyle olmadığıdır. Organizasyonel kısıtlamalar, sendikalar ve gelenekler dolayısıyla ücretler aşağıya doğru elastik değildir. İnsanlar belli düzeydeki bir ücrete alıştıktan sonra daha düşük ücretli işlerde çalışmaya karşı koyarlar. Bu nedenle, Keynes tam istihdamın özel bir durum olduğunu iddia eder. Eğer tam istihdamın özenilecek bir durum olduğunu kabul edersek, ekonominin tam istihdam seviyesinde işleyebilmesi hükûmetin çok dikkatli politik faaliyetlerine bağlıdır. şimdi bunu yaz bakalım.”

Ücretler Aşağı Doğru Esnek Olmadığına Göre, İşsizlik Genel Bir Durumdur

Anlamaya başladığımı düşünüyordum, fakat o devam etti. “Ve dahası da var. Eğer işsizseniz hiç bir şey üretmezsiniz. Yani ekonomi tam kapasitede çalışmaz. Fakat aynı zamanda bir şey de satın almazsınız. Dolayısıyla işsizlik olduğunda aynı zamanda tüketim de normalin altındadır. Bu, Keynes’in zamanında çok önemliydi.
Robotların ve bilgisayarların çalışanların yerini aldığı günümüzde daha da önemli olmaya başladı. İşte sana unutmayacağını düşündüğüm bir fikir: Robotlar araba yapabilir, fakat hiç bir zaman satın alamazlar. Bunu da yaz.

Robotlar Araba Yapabilir, Ama Hiçbir Zaman Satın Alamazlar.

Haklıydı. Bu hiç unutmayacağım bir şeydi. “ Şimdi,” dedi. “Geriye doğru gidip Keynes’i ve problemini düşünelim. Keynes uzun zamandır devam eden işsizliğin olduğu bir dönemde yaşıyordu. Ders aldığı bütün ekonomistler ona işsizliğin iş gücü pazarındaki fazlalıktan başka bir şey olmadığını öğretmişlerdi. Buna göre, işsizlik de bütün diğer fazlalıklar gibi kendi kendini düzelten bir problem olmalıydı. İşsizler arasındaki rekabet ücretleri düşürecek ve sonunda tam istihdam tekrar tesis edilecekti. Fakat işsizlik hâlâ süregelmektedir. Ekonomik teori ve ekonomik gerçekler çatışmadaydı. Aslında klasik ekonomiciler Keynes’e Marx’ın da ortaya koyduğu bir soru yöneltiyorlardı: Kime inanacaksın, banamı yoksa kendi gözlerine mi? Bu sebeple Keynes işsizliğin seviyesini neyin belirlediğini açıklamak üzere yeni bir teori geliştirdi: Genel Teori.”
“Nedir bu teorinin temeli?” diye sordum.
“Ekonomiyi bir küvet olarak düşün” dedi. “Fırsat
buldukça küvete girersin, değil mi?”
“Tabii!”
“Hiç küveti doldurmak üzere muslukları açıp, sıcaklığı ayarlayarak başka bir iş yapmaya gidip geri döndüğünde de küveti boş bulduğun oldu mu?”
“Evet, bir veya iki kere.”
“Neden böyle oldu?”
Kendimi aptal gibi hissederek, “Küvetin tıpasını kapatmayı unutmuşum.” dedim.
“Evet devam et.”
“Küvetin deliği tıkalı değildi ve su çeşmelerden geldiği miktarda delikten gidiyordu.”
“Doğru. Eğer boş bir küvetle başlar ve delikten giden suyun hızı kadar çeşmeyi açarsan, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin boş bir küvetle karşılaşırsın. Eğer küvet dolu olarak başlar ve suyun gittiği oranda çeşmeyi açarsan küvetteki suyun seviyesi değişmez, değil mi?”
“Evet. Bunu daha önce yaptım. Su soğumaya başladığında, su yavaşça gitsin diye tıkacı biraz aralarım ve çeşmedende sıcak suyu açarım...” Banyo alışkanlıklarımhakkında onun bilmek istediğinden fazla bir şey söylemiş olmamak için, birden durdum.
Hafiften alaylı bir ses tonuyla, “Harika,” dedi. “Çünkü ekonomimizi kısmen suyla dolu olan bir küvet olarak düşünebilirsin. Bununla ilgili bütün tecrübelerin çok faydalı olacaktır.” dedikten sonra koltuğunda geri doğru biraz kaykıldı ve kendi kendine gülümsedi.
“Bu küvetin iki çeşmesi ve iki de deliği olduğunu varsayacağız. Küvetteki suyun seviyesi, ekonomik faaliyetlerin veya istihdamın seviyesini temsil eder. Küvetin tamamen suyla dolu olduğu durumu tam istihdam veya ekonominin tam istihdam seviyesi olarak adlandıracağız. Eğer Amerikan ekonomisi tam istihdam seviyesinde olsaydı, aşağı yukarı 120 milyon civarında iş olacaktı.”
“ Şimdi,” diye devam etti. “Eğer su çeşmelerden, deliklerden gittiği hızda geliyorsa, küvetteki su seviyesi aynı kalacak, değil mi?”
“Evet efendim, öyle olmalı.”
“Küvette daha fazla su istediğini farzet. Su seviyesini nasıl artırabilirsin?”
“Herhalde ya çeşmeleri biraz daha açarak suyun tazyikini artırırım veya tıkaçları biraz kapatarak suyun daha yavaş gitmesini sağlarım, değil mi?”
“Evet, doğru. Şimdi, farzet ki küvetteki su senin istediğin miktardan daha fazla. Suyun seviyesini nasıl azaltabilirsin?”
“Çeşmeyi biraz kapatmakla suyun geliş hızını azaltarak veya tıkaçları biraz fazla aralamakla suyun gidişini artırarak.”
“Doğru. Hükûmetler de hemen hemen ekonomik sistemi böyle kontrol ederler. Mademki hükûmet ekonomideki muhtelif harcamaların akışını etkileyebilir, o halde ekonomik faaliyetlerin toplam seviyesini de etkileyebilir. Aynen bizim çeşmeler veya tıkaçlarla oynayarak küvetteki su seviyesini ayarladığımız gibi. Keynes ekonomik faaliyetlerin bütününün, toplam harcamaların seviyesi ile belirlendiğini iddia eder. Hükûmet vergiler ve faiz oranlarıyla ilgili politikalar ve kendisinin doğrudan yaptığı harcamalar ile tüketici harcamalarını ve yatırımlarını etkileyebilir. Yani hükûmet, tüketici harcamalarını, yatırımları ve hükümet harcamalarını etkileyerek ekonomiyi kontrol edebilir. Bunu yaz.”