BIST 9.916
DOLAR 32,53
EURO 34,96
ALTIN 2.435,64
HABER /  GÜNCEL

Başbakan Davutoğlu gençlere seslendi

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nde gençleri ağırladı. Türkiye'nin her döneminde gençlerin önemini vurgulayan Davutoğlu, 'Hep hayatımı gençlerle geçireceğimi düşünmüştüm.' dedi.

Abone ol

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nde gençlere hitap etti. Türkiye'nin 100 yıllık süresici gençlere aktaran Davutoğlu,  "Çok çileli gençlik hikayeleri biz yaşadık. 100 yılın muhasebesini yaptığımızda 1910’lu yıllar 15’liler dediğimiz gençlerin vatan toprağında Yemen’den Sarıkamış’a Çanakkale’den Kocatepe’ye kadar coğrafyada bir savunma yaptıkları gençlerdi. " dedi.

Davutoğlu'nun konuşmasından satırbaşları:

Hep hayatımı gençlerle geçireceğimi düşünmüştüm. Hep gençlerle birlikte gelecek noktasındaki ideallerimizi paylaştım. Şimdi başbakan olarak, öylesine gençler var ki Suriyeli Filistinli Somalili gençler. Biraz önce bilgi aldım, Myanmar’dan bir gelecek için botlara binip Tayland’a doğru açılan 6 bin insanın arasındaki gençler… Onların bir 19 Mayıs’ı yok.

"ELİMİZDEN GELENİ YAPACAĞIZ"

Onların yarını planlayacak dahi planları yok. Talimat verdik. Myanmar’dan yola çıkan genç yaşlı kadın erkek çilekeş insanlara ulaşmak için göç örgütüyle birlikte silahlı kuvvetlerimize ait gemiyle birlikte elimizden gelen gayreti göstermeye çalışıyoruz.

Biraz önce Kübra kardeşimizin mektubunu dinledik. Bu toprakların gençleri Myanmar’a götürülmüşlerdi, 12 bin Anadolu genci şehit düştü. Esir olarak gitmişti. Onlar da mektuplar yazmışlardı. Cevabı gelmeyen mektuplar denmişti onlara. Orada şehit düşen esir alınarak şehit düşen ecdadın mezarlarını tek tek bulduk, ihya ettik.

"ÇİLELİ HİKAYELER YAŞADIK"

Çok çileli gençlik hikayeleri biz yaşadık. 100 yılın muhasebesini yaptığımızda 1910’lu yıllar 15’liler dediğimiz gençlerin vatan toprağında Yemen’den Sarıkamış’a Çanakkale’den Kocatepe’ye kadar coğrafyada bir savunma yaptıkları gençlerdi. Sizlerin büyük dedeleri, bizlerin dedeleri bu mücadeleyi verdiler. 1920’li yıllar, yeni bir devlet inşa edebilmek için istiklal mücadele verdiği yıllardı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e ayak bastıklarında, Denizli’de ilk Kuvayi Milliye tohumları atıldı. Balıkesir’de de bir araya gelen müftü Abdullah efendi, Vehbi bolak, bir çoğu genç yaşlarda ilk Kuvayi Milliye yapısını kurdular. Tarih 16 Mayıs. Bir milletin gençleri ayağa kalktı. 12-13 yıl süren balkan savaşı, birinci dünya savaşı… Ve gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla birlikte, Erzurum kongresine gidecek yolun önünün açılması.

30’lu yılların gençlerine baktığımızda, tek parti uygulamalarıyla bir çok alanda gençlerin belli imkanlardan kısıtlanması yada tek bir ideoloji yönünde şartlanmasının önü açıldı.

40’lı yıllar ikinci dünya savaşının yokluklarını acılarını yaşadı.

50’li yıllar, yeni demokrasiyi tam da hayata geçireceğiz, özgürlükleri hakkıyla yaşatacağız beklentisi içindeyken, o kalkınma hamlesini açan Adnan Menderes’in şahadetine kadar giden son derece acılı bir süreç

60’lı yılların gençleri, baskın bir ihtilal havası, cunta hikayeleri, 12 Mart müdahalesine kadar giden 68 gençliği dediğimiz gençliğin sağ ve sol gruplar halinde yavaş yavaş örgütlenmeye başladığı dönem

"HALA GÖZÜMÜN ÖNÜNDEDİR"

70’li yıllar, ki biz üniversitedeydik. Yakın arkadaşların, üniversitenin belli aşamasında düşman ilan edilmeleri, binlerce gencin hayatının karardığı yerler, birbirlerini öldürmek üzere her türlü şiddeti uygulayacak hale gelmesi. Hala gözümün önündedir, 12-13 yaşında arkadaş olduğumuz yaşıtlarımızın 17-18 yaşlarında nasıl birbirlerine silah çektiklerini hüzünle anıyorum. Aynı lisede okuduğumuz, yakın arkadaş olduğumuz kardeşlerimizin, birisi sağ birisi sol cenahta hayatlarını kaybettiler. Onların da hepsinin ideali bu memlekete hizmet etmekti.

"ERDAL EREN GİBİ..."

80’li yıllar, 12 Eylül’ün baskıcı dönemi. Bir sağdan bir soldan diye idama gönderildiği, Erdal Eren gibi, Mustafa Pehlivanoğlu gibi 17-18 yaşındaki civanların, hepsi de sağ ve sol görüşlü olsa da hizmet eden gençlerin hayatlarını kaybettikleri dikta dönemi. 5 generalin ülkenin geleceği belirlediği dönem. Biz o yıllarda yüksek lisans doktora tezlerimizi yazdık. O zaman biz aşkla akademik hayata yönelirken, millete vatana sağlık ama evrensel hareket eden bir bilinçle yola çıkmıştık. Böyle bir gençlik için daha önce de idealler ortaya koyan büyüklerimiz de çıktı. Diriliş dendi, asımın nesli dendi.

"O DÖNEMDE ÜNİVERSİTEDEYDİM"

90’lı yıllar, bütün dünyada soğuk savaşın bitmesiyle, gençlerin yeni bir geleceğe hazırlandığı o yıllarda, bizde bir taraftan terör, diğer taraftan koalisyonun getirdiği istikrarsızlıklar, ötekileştirmeler, dışlamalar aynen devam etti. Bakın 100 yılın muhasebesidir bu. 28 Şubat’ta gencecik kızlarımız, başı örtülü açık diye tasniflere ayrıldılar. Başı örtülüler ikna odalarına sokulup, gençlerin zihinleri bir anda mühendislik yaparcasına dizayn edilmeye çalışıldı. O dönemde ben üniversitedeydim. Nasıl büyük bir baskının gençler üzerinden silindir gibi geçtiğini, her bir gence sorulduğunda Türkiye’de mi kalmak istersin yurtdışına mı gitmek istersin dediğinde herkesin yurtdışına gitmek için can attığı zor bir dönemdi. Bugünlere kolay gelmedik.

"İSTEDİĞİMİZ BASKICI ATMOSFERİN DAĞILMASI"

2000’li yıllarda biz iktidara geldiğimizde yapmak istediğimiz şey şuydu. Ülkenin üzerinde yaşanan kısıtlayıcı baskıcı atmosferin dağılması. Gençlerin önünün açılması. Pek çok genç belki 13 yıl önceki Türkiye’yi hatırlamıyor. Yine bu binada, bir başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki tartışma üzerine MGK toplantısında çıkan ekonomik krizde gençlerin geleceğinin nasıl kazandığını hatırlarız. Faiz 7 bin 300’lere fırladı.

"HÜZÜNLE HATIRLARIM"

Çok iyi hatırlarım. 2001 yılında, stratejik derinlik kitabında Türkiye’nin parlak geleceğe yürüyeceği iddiasında bulunduğumda, Türkiye’nin başka ülkeler için de adalet arayışı içinde gireceği vizyon belirlemesi yapmaya çalıştığımda, bir çok insan bunu tebessümle karşılamıştı. Nasıl böyle iddialı kitap yazabilirsiniz diyenler çıktığı gibi, katıldığım bir toplantıda 2000 yıllarının başlarında, Türkiye ile iddialı bir tebliğ sunduğumda, ABD’li akademisyenin ayağa kalkıp nasıl bir parçalanmış ülkeden bir iddia çıkarabiliyorsunuz dediğini hüzünle hatırlarım.

Ona şunu söyledim. Sizler için paradigma hakim paradigmayı benimseyenler için bunu anlamak zor. Ama bizim aramızdaki fark şu. Siz kendi klasiklerinizi okuduğunuzda hakim eğitim paradigmasını inşa etmiş olduğunuz için sizin için yeterli olabilir. Ama biz sizin bildiklerinizi bilmedikçe, onları anlatamadıkça evrensel ve çağdaş bir eğitim yapamayız. Kendi klasiklerimizi bilmedikçe kendi milletimize hitap edemeyiz. Sizin bildiklerinizi bileceğiz, ki evrensel geçerliliği olan düşünceleri ortaya koyabilelim. Kendi klasiklerimizi bileceğiz. Üç, bu ikisinden öyle bir sentez yapacağız ki insanlığa bir mesaj iletebilelim.

"14 YIL GEÇTİKTEN SONRA GURURLA İFADE EDİYORUM"

Şimdi aradan 13-14 yıl geçtikten sonra gururla ifade ediyorum ki, dünyada nerede bir düşünce forum varsa, orada özgün bir görüş getirecek Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi olacak. Bir taraftan düşünce özgürlüğünü kısıtlayan bütün o baskıcı rejimi unutturmak, OHAL’i kaldırmak, DGM’yi kaldırmak, eğitim yasaklarını kaldırmak, kılık kıyafetle ilgili yasakları kaldırmak, bütün bu karabulut gibi geleceği üzerindeki ortamı temizledik ve özgürlükçü ortamın ortaya çıkması için gayret sarf ettik.

Ben Anadolu’ya her gittiğimde, ilk sorduğum şeylerden birisi rektörü kenara çekip üniversitede durum nedir diye soruyorum. Üniversiteler ihmal edilirse geleceğin meselesi ihmal edilmiş olur. Yurt kapasitesi itibariyle 547 yurt var. krediler, 441 bin öğrenciye veriyorduk şu an 996 bin öğrenciye. Bir öğrenci bursu 45 liraydı. Şu anda 330 lira. Yüksek lisans bursu 660 lira, doktora bursu 990 lira. Bunlar 90’lı yıllarda maaş ölçeğinde rakamlardı. Dolayısıyla demokrasiyi inşa ederek, özgürlükçü ortamı teşvik ederek sizin zihinlerinizin önünü açtık ve tabi bunların olabilmesi içinde kapsamlı bir kalkınma hamlesi için her türlü çabayı gösterdik.

“ONURU ZEDELENEN KİM VARSA ONUN YANINDA OLUN”

İnsan onuru kavramını temel şiar edinin. Birbirinizle muamelede bulunurken, bütün insanların saygıya layık olduğu bilinciyle davranın. Nerede olursa olsun insan onurunu zedeleyen bir davranış varsa, kim yaparsa yapsın ona karşı çıkın. Onuru zedelenen kim varsa onun yanında olun. Din ayrımı, mezhep ayrımı, etnik ayrımı yapmayın.

“GEREKTİĞİNDE O DAVRANIŞA KARŞI İSYAN DUYGUSUYLA HAREKETE GEÇMEKTEN DAHA DOĞAL BİR ŞEY YOKTUR”

Bu çerçevede dünyanın öbür köşesinde bile insan onurunu zedeleyen bir davranış varsa, gençlerin seslerini yükseltmeleri, gerektiğinde o davranışa karşı isyan duygusuyla harekete geçmekten daha doğal bir şey yoktur.

“GENÇ DENİLEN İNSAN NEREDE BİR ZULÜM GÖRÜRSE, AYAĞA KALKAR VE ONA KARŞI SESİNİ YÜKSELTİR”

Eğer bir olay oluyor da, siz genç olduğunuz halde ona tepki vermiyorsanız, yaş olarak genç ama psikolojik olarak genç değilsinizdir. Genç denilen insan nerede bir zulüm görürse, ayağa kalkar ve ona karşı sesini yükseltir.

“YANLIŞ BİR ŞEY GÖRDÜĞÜNÜZDE SESİNİZİ YÜKSELTMEKTEN ÇEKİNMEYİN”

Bazen Kırımoğluyla, üniversite yıllarındaydık. Sovyetler birliği dönemi ve Kırımoğlu sürüldü. Öldürüldüğü haberi geldi. Düşünün daha soğuk savaş şartları. Tam da 79 yılıydı. Birden o gece hepimiz örgütlenip ayağa kalkıp onun için bir gösteri planladık, bir ortak tepki. Dünyanın neresinde olursa olsun o zaman Afganistan’da olanlara karşı da sesimizi yükseltirdik. Hiç çekinmeyin, siz özgür bir ülkenin çocuklarısınız. Sizi sınırlayan hiçbir şey yok. Yanlış bir şey gördüğünüzde sesinizi yükseltmekten çekinmeyin.

“İNSANI ELİNDEN TUTMAKTAN DAHA GÜÇLÜ BİR ŞEY YOKTUR”

Ve tarihi yaşayın. Suriye’de bir olay mı var? Gidin mülteci kampında sizin yaşlarınızdaki gençlerin nasıl bir yerden geldiğini hissedin. Kim olduğu hiç önemli değil. İnsanı elinden tutmaktan daha güçlü bir şey yoktur. Gidin o çocuğun elinden tutun. İki sene önceydi, Suriye’de Harran’da kampa gittiğimizde yüreğimi yaralayan bir olaydı. Hastaneye girdik, melek gibi bir genç kızımız, melek gibi. Önce görmedim, sadece yüzünü gördüm. Tebessüm ediyordu. Bizi görünce elinde bir gülle, tekerlekli sandalyede, sonradan fark ettim ki, sol bacağı tümden ampute edilmişti. Bomba saldırısından sonra. Ve hala umutla bakıyordu ve tek istediği şey bir ortopedik bacak temin edilmesiydi. Zaten talimatlar verilmişti.

Öyle bir ülkeyiz ki biz, Suriye’de o acıyı yaşayan genci, kucağımıza bağrımıza basmaktan daha onurlu ne olabilir?