Ankara Kıbrıs numarasını nasıl yuttu?
Bora Yeşilbağlı'ya göre şu şekilde yuttu:
Bir süredir Türkiye'nin Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanıyıp tanınamamasına
odaklı tartışmalar AB içinde iki kutup oluştuğu izlenimi veriyordu.
Buna göre bir tarafta başını Fransa ve Avusturya'nın çektiği karşıt
cephe, öbür tarafta Almanya ve İngiltere'nin önderlik ettiği
destekçi cephe arasında Türkiye'nin üyeliği açısından mücadele
yürüyordu.
Bu görüntü ne kadar gerçekti? Chiraq'ın da katıldı Fransız korosu
Rumculuk oyununda ne ölüde içten ve kararlı davranıyordu? 3 Ekim'e
doğru Türkiye'ye karşı sertleşen Paris yaygarasının ne kadarında iç
siyaset şartları etkindi? Yoksa bütün bu kampanyanın temel hedefi
sözgelimi AİRBAS sat gibi Ankara'yla sürdürülmek istenen akçeli bir
pazarlık mıydı? Böyle ayrıntılara hakim değiliz ama Kıbrıs'la
ilgili bu sözde cepheleşmenin Türkiye'ye sunduğu tablo tamı tamına
' iyi polis-kötü polis' oyunudur.
En başta Rum soğukkanlılığı, rahatsızlık geçirmeyen her akıl sahibi
için yeteri kadar dündürücü olmalıydı ama Ankara tuzağa balıklama
atladı. Hatırlanacaktır, Fransa neredeyse tek başına Kıbrıs Haçlı
Seferi açarak AB'nin bütün üyelerini 'Türkiye ile
müzakereye başlamayalım' diye sıkıştırırken Rumlar
şaşırtıcı bir denge sergiliyordu: -Türkiye
Kıbrıs'taki tek ve yasal devleti tanımak zorunda. Fakat şimdilik
bizi Gümrük Birliği'nin çerçevesine dahil etmesiyle yetinip 3
Ekim'de Ankara ile müzakerelere başlanmasını veto
etmeyeceğiz...
Bu ne olgunluk yarabbi? Ne
değişmişti de Rumlar Kıbrıs meselesindeki korkun katılıklarını bir
kenara bırakmışlardı? Uzun süre merakta kalmamız gerekmedi. Önceki
gün Financial Times Brüksel muhabiri cevabı buldu.
Ona göre özetle Avrupa Komisyonu adına Ollie Rehn, müzakerelerin 3
Ekim'de başlaması için üye hükümetlere bir çağrı yaparken Kıbrıs
tartışmasını da çözecek anahtarı ortaya koyuyor: Ortalığı
bulandırmaya gerek yok! Ankara Kıbrıs konusunda eninde sonunda yeni
tavizler vermek zorunda. Başka türlü müzakerelerde ilerleyemez ki!
Üstelik Türkiye fazla gecikemez, çok yakında gerekli tavizleri
verecek. Özellikle de Kıbrıs gemilerini limanlarına sokmama kararı
konusunda geri adım atacak...
Dikkat; KKTC'den Mehmet Ali Talat'a bile Ankara'ya uyarıda bulunma
ihtiyacı hissettiren temel kaygı Rum gemilerinin Türk limanlarına
serbestçe girebilmeleriydi.Başta Fransa olmak üzere çeşitli
yerlerden gelen 'Türkiye Kıbrıs Rum Yönetimini tanımadıkça
AB üyelik müzakerelerine başlayamaz' şeklindeki tepkilere
Ollie Rehn Ankara'dan daha fazla dikleniyordu.
- Hayır, böyle bir şart yok. Müzakereler
başlayacak.
Rehn'in şimdi söylediklerinin ise tek anlamı var:
- Ankara Kıbrıs tuzağımıza düştü, susun ve
uyandırmayın...
Umarız hükümet şimdi Ollie Rehn'in
şahsında karı tarafın nasıl bir diplomasi yürüttüğünü görmüştür.
Esasen bu oyun pek yeni de değil.Ankara Kıbrıs Rum Yönetimi'ni de
Gümrük Birliği kapsamına almakla, tanıma sürecini başlatmıştır ama
bütün sorumluluk onda değildir. Daha 1999 yılında, önceki koalisyon
hükümeti, Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB üyeliğine ilişkin çekinceyi
kaldırınca şimdiki sürece girileceği belliydi.
Şu anda Türkiye'nin tek seçeneği kalmıştır:
Sürecin başından beri yaptı hataları görüp, iplerin kopması
bahasına karı tarafla haysiyetli bir pazarlğa oturmak! Aksi
takdirde bu kafa ile Ankara'nın Rum devletini tanımak ve kendi
kendini Kıbrıs'ta işgalci olarak tescil ettirmekten başka yolu
kalmamıştır. Daha açıkçası Kıbrıs'ın Girit olmaması, oradaki Türk
toplumunun kökten tasfiye edilmemesi için tek yol budur:
- AB ile bütün ilişkilerimizi A'dan Z'ye
sorguluyoruz...
Üye olmadan Gümrük Birliği'ni kabul etmemiz dahil her türlü
taahhüdümüzü askıya alma ihtimaliyle yeniden görüşmelere varsanız
buyurun, yoksa bu defteri ebediyen kapatıyoruz. Siz yolunuza, biz
yolumuza...
Türkiye böyle bir tavır koyamadığı sürece
zaten AB üyesi olamayacak ve ayrıca yeniden devlet haline
gelemeyecektir.