Bir önceki yazıda beslenme ihtiyacının doğaya maliyetine bir
giriş yapmıştım. Tarımsal üretimin kendisinin en büyük çevresel
sorun olduğunu dile getirmiş, yiyip içerken hoyratça davranmakla
gelecek nesillere ödenmesi imkânsız bir fatura bıraktığımızdan dem
vurmuştum. Çevreye verdiğimiz zararın boyutları ve sebepleri
araştırıldıkça çözüme bir adım daha yaklaşırız. Bu yüzden çözüm
üzerinde konuşmaya başlamadan önce bu sorunları tüm çıplaklığı ile
dile getirmeye devam edeceğiz. Geçen yazıda konu edindiğim kimyasal
ve gübre kirliliğine ek olarak mevcut tarım sistemleri büyük oranda
su ve enerji kullanırlar.
Önce su maliyetleri ile başlayalım. Tarımsal üretim neredeyse
tamamıyla tatlı suya bağımlı bir faaliyettir. Yani su olmadan besin
üretemiyoruz. Dünyada var olan 1.386 milyar km³ suyun % 97,5 tuzlu
su ve% 2,5 tatlı sudan oluşmaktadır. Rakamlar çok yüksek görünse de
tatlı suyun çok büyük bir kısmı buzullar veya kar yığınları olarak
kutuplarda rezerve haldedir. Yani gerçekte insan tüketimine açık su
atmosferdeki toplam suyun sadece % 0,007 kadardır. Atmosferik
su döngüsünden dolayı tatlı su miktarı hemen hemen sabittir. Yani
denizlere akan tatlı su miktarı kadarı buhar ve yağış yoluyla
yeniden kullanıma açılır. Sorun, sabit miktardaki suyun
kullanımındaki israf ile beraber artan nüfusun oluşturduğu yüksek
talep.
Maalesef mevcut tarım pratiğimiz korkunç bir su israfına
dayanır. Yediğimiz içtiğimiz her ürün çok yüksek su maliyetleri ile
masamıza kadar ulaşır. Yapılan en düşük hesaplamalara göre bir
hamburgerin kutusunda önümüze gelmesi için harcanan su miktarı 2400
litredir. Evet, yanlış okumadınız. 2400 lt su harcayarak bir
hamburger üretiyoruz.
Yüksek su tüketimi beraberinde iki sorun getiriyor. Korkunç bir
doğal tahribat/kirlenme ve acımasız bir rekabet.
Kirlenmenin maliyeti için bir önceki yazıya bakılabilir.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, son yüzyılda su kullanımı
nüfus artış oranının iki katından fazla artmıştır. Yine
projeksiyonlara göre 2025 yılına gelindiğinde, 1,8 milyar insan su
kıtlığı ile boğuşan bölgelerde yaşayacak, dünya nüfusunun üçte
ikisi kullanım, büyüme ve iklim değişikliği sonucunda su sorunu
yaşayacak. Dolayısıyla suyun bu kadar müsrif bir şekilde
harcanması, “suya hücum” oluşturacak. Bu rekabetin acımasız
olacağına dair öngörüde bulunmak için yeterince nedenimiz var.
Halen dünyanın farklı coğrafyalarından arazi satın alan zengin
devletlerin motivasyonunu tahminde zorlanmıyoruz bu yüzden.
Şimdi “tarım sorununda” çevreye kirlilik maliyetinin yanında
suyun nasıl etkili bir şekilde korunacağı, yönetileceği ve
dağıtılacağı gibi uluslar ve zamanlar üstü bir sorunumuz daha var.
Yani gelecek nesle bir yığın çevresel sorunla beraber oldukça
kompleks bir politik sorun da bırakıyoruz.
Bir önceki yazının sonuna iliştirdiğim “doğayı bu kadar istismar
etmeden” ve gelecek nesle altından kalkılmaz problemler bırakmadan
da “beslenmek mümkün” notunu buraya bir daha iliştireyim. Zira
çizdiğim bu karamsar tablonun yanında çözüm yolları ve bu yollara
kafa yoranlar da var…