Karşılıklı bağımlılık. Ne ben ondan çekip gidebilirim. Ne o
benden. Bazen günlerce hiç konuşmadan bakıştığımız olmuştur
pencerelerden. Bahçedeki kiraz ağaçları şahittir buna. Vakidir aynı
akşamın kıyısına iliştiğimiz sessizce iki yabancı gibi, farklı
düşler kurduğumuz yavaş yavaş inen kıyısında karanlığın ve
örtündüğümüz geceyi, görmemek için gözlerimizde tortulaşan
hüznü.
Güzel günlerimiz de olmadı değil hani. Oturduğumuz ufarak
çimlerine Seğmenler Parkı’nın ve içtiğimiz ağır ağır güneşi
kadehinden akşamın. Tadına doyamadığımız sohbetlerimiz oldu kızıl
sonbahar akşamlarında. Şiirlerden, şarkılardan, öykülerden,
romanlardan ve bize gizlice başka hayatlar armağan eden filmlerden
konuşurduk uzun uzun. Biri oturur biri kalkardı kelimelerin sohbet
meclisimize. Dimağımızda kahve tadı, yıldızlar eşlik ederdi bu
kalabalık yalnızlığımıza.
Kalkardım ansızın içimde uçarı bir çocuk, Tunalı Hilmi
Caddesi’nin kalabalığına karışırdım. Seğirtirdi peşim sıra
eteklerinde yapraklar. Bir şarkı tuttururdu, rüzgârlar salardı
saçlarıma ürperirdim. Tatlı bir tebessüm bırakırdı ayaklarıma. İçim
içime sığmazdı. Şiirler vururdu kıyılarıma. Kâğıt aranırdım. Kalem.
Bulamazdım çokça ve bir kâğıt mendil ev sahipliği yapardı
dizelerime. Bazen bir sokak lambası, bazen bir dükkânın açık
bırakılmış ışıkları altında karalanırdı şiirler beyaz mendilin naif
dokusuna. Gülümserdi. Çocuklarıyla gurur duyan bir baba edasıyla
gerilirdi göğsü. Öyle anlarda sevinçli bir huzur yağardı caddelere
ve insanlar susardı.
Bazen de boğulurdum. Bir yudum nefes alamaz çıldırırdım. Gitmek
isterdim adını sanını bilmediğim başka şehirlere. Yollara düşerdi
gözlerim. Aklımda deniz kokulu şehirler. Yosun kokuları karışırdı
akşamın havasına. Hissederdi. Kocaman gri kolları titrerdi. Anılar
düğümlenirdi boğazına. Hırçınlaşırdı bozkır kavruğu ağaçları.
Zamansız bulutlar gezinirdi göğünde, zamansız yağmurlar. Ağlardı
Ankara!
Yine de giderdim. Gitmek de sevdadandı bilirdi. Uzanırdı bir
şehir bütün uzuvlarıyla ardım sıra. Dönerdim gözlerinde yağmurlar.
“Sakınarak dikenlerini düşler yazardı suya”. Dedim
ya, tuhaf bir aşk bizimkisi! İki yalnızın, yalnızlığı birbirinde
yitirmesi. Ah Ankara, Ankara!