Birey sevgisiz kaldı, toplum bozuldu!
Bu yüzyılda herkes meşgul. Yalnız iş saatlerinde değil günün
yirmi dört saati meşgul! Mekanik iletişim cihazlarının bunca
gelişmediği zamanların dünyasında iş, mesai kavramı olan bir işse
mesai saatleriyle; mesai kavramı olmayan bir iş ise örneğin
çiftçilik, esnaflık gibi gün doğumu ve batışı ile sınırlı idi. İş
bitince insanlar evlerine döner, eve dönüş yolunda karşılaşılan
konu komşu, eş dost akraba ile hal hatır sorar, yalnızlığı sıcak ve
samimi sohbetlerde eritip akıtırdı.
Akşam yemeği hazırlanana kadar güne dair muhabbetler döner,
varsa bir sıkıntı sorun paylaşılır halledilir; sevinecek bir şey
varsa da hep birlikte sevinilir, sevinç bir nar gibi açılıp
tanelenirdi. Yemek, çay, meyve paylaşımları arasında çoğaltılan
muhabbet kalpleri ısıtır, korkuyu azaltır; sağlıklı ve mutlu bir
toplumun temelini oluşturan güven duygusunu besler büyütürdü.
İletişimin böylesine yoğun ve yakın olduğu ailelerde sevgiye
dokunabilen, huzuru özümsemiş, sevilen, seven, kendini sevdiği için
de diğerlerini sevebilen dengeli nesiller yetişirdi. Bir toplumun
DNA’ları olan aileler arasında ki iletişim böylesine sağlıklı ve
dengeli olunca, toplum da sağlıklı bir beden gibi gelişir, arada
bir oluşan ayrık otlarını da imece usulü ayıklayıp yoluna devam
ederdi.
Şimdilerde kalabalıklar içre yalnız bireyler! Toplumun en küçük
birimi olan aile kendi içinde yalnız. Gündüz işyerlerinde onca
meslektaşının arasında çalışanlar yalnız. Okullarda öğrenciler,
arkadaşları arasında yalnız. Telefon ya da bilgisayar ekranına
hapsedilmiş gençler yalnız. Dikkati gelen mesajda, paylaştığı
durumda ya da mağaza vitrinlerinde olan sokaktaki bireyler
yalnız.
İletişim araçları çoğaldıkça artması beklenen paylaşım, giderek
azaldı ve sterillik kazandı. Şimdinin aileleri akşam eve
geldiklerinde, baba genellikle ya bilgisayar başında ya da telefon
başında zaman geçiriyor. Dijital çağın medya araçları, haberleri an
be an yenilediğinden, babalar ve evin yetişkin bireyleri durmadan
online gazeteler ve haber kanalları arasında mekik dokuyor.
Evin anneleri, özellikle çalışan anneler; çantayı bir kenara
fırlatıp mutfağa koşuyor. Onların mesaileri hiç bitmiyor! Ana
yemek, çorba, pilav, salata derken dört kol dört el çalışıyor.
Henüz dijital iletişim hastalığına tutulmamış olan evin küçük
çocukları, tüm bu karmaşa içerisinde bir anneye bir babaya, çoğu
zaman cevabını alamadığı sorular soruyor. Bir süre ısrar ediyor bu
durumda. Hakkı olan sevgiyi ve ilgiyi almak için mücadele ediyor.
Belli bir tekrarlar dizisinin sonunda edindiği deneyim sonunda o da
pes ediyor. Yemek vakti geldiğinde yemeğini yiyor, oyunlarını kendi
başına oynuyor, ödevi varsa ödevini yapıyor ve vakti gelince yatıp
uyuyor. Kendi yalnızlığı içinde soğuyup katılaşan, içine kapanık
bir bireyin oluşum süreci de böylece başlamış oluyor!
Özlemiş ve özlenmiş olan çocuk, ne özlemini giderebiliyor ne de
özlenmişliğini. Sevgi, onun için ara sıra kalplerden çıkarılıp,
mikrodalga anlarda ısıtılıp önüne konan; hızlıca yiyip bitirmesi
gereken ve hiç doyurmayan bir şeye dönüşüyor.
Sonrası mı? Sonrası içine kapalı bireyler. Sonrası bilgisayar
başından kalkmayan, telefona yapışık yaşayan çocuklar. Sonrası
kendini ifade edemeyen, şiddete, madde kullanımına, depresyona
eğilimli gençler. Sonrası sudan sebeplerle işlenen cinayetler.
Sonrası daha fazla teknoloji alımı, daha fazla madde alımı için
işlenen suçlar. Sonrası yalnızlaşan, mutsuz yetişkinler. Sonrası
sapkın davranışlar. Sonrası her geçen gün sayıları artan, sokaklara
terkedilmiş yaşlılar. Sonrası hakların ihlal edildi, güçlünün
güçsüzü; zenginin fakiri köleleştirdiği sistemler. Sonra radikal
gruplar. Sonrası toplu katliamlar. Sonrası insanlığın kendini
topyekûn imhası!