Yalnız çocuklardır kazananı tek kapılı oyunların. Çünkü
“kaybetmek” henüz içini doldurmamıştır zihinlerinde. O, yalnızca
yeni yeni öğrenmeye başladıkları pek çok kelimeden biridir. Sayısız
tecrübeyle kabuklarını kalınlaştırmamıştır daha. Hatta sevilebilir
bir kelime bile olabilir!
İşte bu yüzden yalnızca çocuklardır tek kapılı oyunların
kazananları! Ama biz öyle miyiz? Biz çoktan öğrendik kaybetmeninin
binbir rengini. Sabırlı sabırsız işledik motiflerini bir bir
zihnimizin kıvrımlarına ve büyüttük gerektiğinde gözyaşımızla
sulayarak.
İşte bu yüzden açılmayan kapıları sevdik en çok! En çok
o kapıların önünde bekledik. En çok o kapıları yumrukladık
açılmayacağını bilmenin verdiği buruk rahatlıkla. Ağlamayı
sevmemiz bu yüzden belki de. Bu yüzden arabesk şarkılara
yatkınlığımız. Yakınmayı sevmemiz bu yüzden. Bu yüzden tavşan kanı
çayı sevmemiz gece yatısına kalınmış dost sohbetlerinde.
Ya diğer kapılar? Onları çalmayı hiç düşünmedik. Hatta istemedik
içten içe. Ya açılırsa! Sonrası muamma! Belirsizlik ne büyük
pranga! Bağladı bizi önce yüreğimizden. Sonra dilimizden. En son
elimizden.
Oturduk. Kahredici hezimetleri düşündük bir daha, bir daha.
Bildiğimiz başarısızlığı düşünmeyi sevdik. Belirsizliği, belki de
geleceği bile isteye erteledik. Ve yarım kaldı hayat. Düşlerimiz
yarım kaldı. Hayıflandık. “Ben ne istedim de oldu sanki” dedik.
Yerde duran taşı tekmeledik, canımız yandı. Taşı suçladık!
Ağıtlar yaktık bazen geçip giden ömre. “Daha dün gibiydi” dedik.
“Hey gidi günler hey” cümlesini bağrımıza bastık. Tüm dost
sohbetlerinde kıtlama şeker niyetine sıkıştırdık dilimizle
damağımız arasına. Tadına doyamadık.
Ne geçti elimize? Hiç!
Öyleyse? Kaldırmalı kolumuzu usul usul. Belki de korka korka. Ve
çalmalı bir bir diğer kapıları da. Ya açılırsa!