Şehirler büyüdükçe bakışlar hırsızlaşır!
Kişi başına düşen yalnızlığın metrekaresi artar.
Geceler anlamsızca uzar.
Zaman görecelidir kavramı kimliksizleşir.
Yalnızlaşan insan üşür.
Televizyon, bilgisayar ve bilumum elektronik cihazla
oyalanır.
Facebook ve twitter gibi elektronik kümeleşmelere sığınır ve
üşüyen ruhunu teskin etmeye çalışır.
Gözün gördüğü resim, zihnin algıladığı söz, ruhu kısa süre
avutsa da bütünü ısıtmaz.
Camdan odaların etkisi arttıkça; duvar kâğıtlı, çorba lekeli
odalar edilgenleşir.
Havasız kalan ruh solar. İncelir. Güçsüzleşir. Camlaşır. En
küçük darbede kırılır, dağılır ve yoğun bakıma alınır.
Uzun nekahet dönemlerinin ardından diplomalı tavsiyelerle
isteksizce olsa da zayıf, sarsak adımlarla, sokaklara dönülür.
Kaldırım kafelerinde, pastanelerde saatlerce oturulur.
Yan masada oturanlarla, ne zaman başladığı belli olmayan
histerik sohbetlere başlanır.
Yoldan gelip geçenlerin yüzlerinden tebessümler aşırılır.
Ve insan bilinç düzeyinde bilmediğini, bilinçaltında hisseder:
Etten kemikten oluşan insan; ancak damarlarında kan akan bir başka
etten kemikten olanda ısınır.