Radikal bir Amerikan başkan adayı portresi

Amerikan politikasında radikal değişiklik vadeden bir başkan ve olası etkileri.

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra sıra dışı bir başkanın, dış politikada yönetilmesi zor bir denklem kurduğunu gördük. Çünkü uluslararası ilişkiler ergen ilişkileri düzeyine indi.

Amerika’nın kuzey doğu eyaleti olan Vermont’un senatörü ve 2020 seçimlerinde Amerika başkanlığına aday olan Bernie Sanders da her yönüyle sıra dışı bir politik kişilik.

Sebeplerini şöyle izah edeyim:

Bizim kriterimize göre “beyaz” olan her Amerikalı aslında yeterince “beyaz” değildir. Gerçekte tam rafine beyaz Amerikalılar WASP olarak kısaltılan bir etnik/mezhebi klikten oluşurlar. Bunlar Beyaz (W) ama aynı zamanda köken olarak Anglosakson (AS) ve mezhep olarak da Protestan (P) olan  kişilerden oluşurlar. Ülkenin beyaz elitlerini ve halen dominant politik grubunu WASP diye adlandırdığımız insanlar  oluşturur. Amerikan tarihinde Obama ve Kennedy dışındaki tüm başkanlar bu tanımın içerisinde yer alıyor.  Bernie Sanders, Yahudi asıllı olduğu için bu anlamda zaten baştan sıra dışı bir profil oluyor. Amerika’nın Yahudi-Hristiyan gelenek üzerine kurulu olduğu söylense bile toplumda genel anlamda bir Yahudi karşıtlığı hep var olagelmiştir.

Bernie Sanders’i sıra dışı kılan asıl mesele etnik kökeni değil. Zira, Sanders kökenini inkar etmemekle beraber, Amerika’daki Yahudi gruplardan kendini ayırmış durumda. Örneğin Amerika’da oldukça etkin olan Amerikan Israil işbirliği derneği AIPAC’ın 2016 seçimleri öncesindeki davetine katılmayan tek başkan adayı idi.

Politik kariyerine gençlik yıllarında aktivist olarak başlayan Sanders’ın bir belediye başkanlığı hikayesi de var. 1981-88 yılları arasında Vermont Eyaletinin en büyük şehri olan Burlington Belediye Başkanlığı yapan Sanders,  1991-2007 yılları arasında kariyerine Vermont Eyaleti’nin temsilciler meclisi üyesi olarak devam etti. Bizde milletvekilliğine tekabül eden temsilciler meclisi üyeliğinden sonra  (2007 yılından) beri kesintisiz olarak Vermont Eyaleti senatörüdür. Yani politik merdivenleri teker teker çıkan ve bunu da yerelde bir başarı hikayesi oluşturarak yapan bir aday, Sanders.

2016 seçimlerinde Demokrat Parti adayı olarak katılabilmek için de önseçimlere katılmış ve Hillary Clinton ile yarışmıştı. 2016 Seçimleri Amerikan tarihinde “politik derin devletten olmayan” bir başkan adayı bulma seçimi olarak kayda geçti. Politik yelpazenin her iki tarafında da seçmen, “derin yapından” olmayan bir başkan adayı profilini daha cazip buluyordu. Sağı temsilen politikacı kökenli olmayan bugünkü başkan Donald Trump ortaya çıkmışken, yelpazenin solunda oldukça radikal söylemleri olan Bernie Sanders  ile  politik yapının göbeğinden gelen Hillary Clinton Demokratik Parti adayı olmak için yarıştı. Normalde kıran kırana geçen bu önseçimin sonucunu belirleyen ise Demokrat Partinin  politik eliti olan “süper delegelerin” oyu oldu. Süper delegelerden 460 tanesi Clinton’ı desteklerken sadece 38 tanesi Sanders’ın adaylığını desteklemiş ve bu süper delegelerin dağılımı eyalet ön seçimlerini çok ciddi şekilde değiştirmişti. Trump’ın karşısında Demokrat parti adayı ve politik derin devleti temsilen Hillary Clinton çıkmış, ama yenilmişti. Halbuki o dönem yapılan tüm anketlerde Trump’ın karşısına Sanders’ın çıkması halinde, Sanders’in büyük bir farkla kazanacağı öngörülürken, Clinton’la yarışması halinde seçim sonucu gibi bir sonuç öngörülüyordu. Yani Demokrat Parti elitleri, Bernie Sanders ile seçim kazanmaktansa iktidarı Trump’a vermeye razı olmuşlardı. 

Demokrat Parti başkan adaylığını bu sefer kaptırmak istemeyen Sanders, ilerleyen yaşına rağmen (78) sıra dışı bir performans gösteriyor. Kendini Sosyalist  olarak tanımlayan Bernie’yi sıra dışı yapan ise bir kaç konuda dillendirdikleri.  Şimdiye kadar başarıyla hayata geçirdiği prensibi şirketlerden seçim kampanyası için bağış kabul etmemek, ABD politik gelenekleri açısından oldukça radikal bir tavır. Yani daha başından zenginler ve şirketler ile arasına mesafe koymuş durumda. Haliyle bir nevi modern Robin Hood profili çizmesi inandırıcı bulunuyor. Zenginden alıp fakire verme olarak formüle ettiği bir iddia ile ortaya çıkıyor. Wallstreet’e yerleşmiş bulunan ve politikacıların seçim kampanyalarını finanse eden, bu yüzden de hayli iltimas gören büyük şirketlerden yüksek düzeyde vergi alarak bununla Yüksek öğretimi ücretsiz hale getireceğini vadediyor Sanders. Hatta bir adım daha ileriye giderek okumak için kredi almak zorunda kalanların da borçlarını sileceğini taahhüt ediyor.

İkinci önemli vaadi ise sağlık sisteminde reform. Sanders Amerikan halkının alışkın olmadığı bir sağlık sistemi öneriyor. Sağlık sistemini ücretsiz hale getireceğini iddia ediyor. Obama’nın Trump tarafından iptal edilen yaygın sağlık sigortasının kapsamını genişleterek  hayata geçirmeyi öneriyor.

Göçmenler ve dış politikada da önemli değişiklikler öngörüyor. Sanders’in Ortadoğu ve Müslüman coğrafya ile ilgili politik hedefleri ve bölge için olası senaryoları için ileri tarihlerde başka bir yazı yazmayı planlıyorum. Ancak, Irak savaşına ve ABD’nin genel geçer Ortadoğu politikalarına şiddetli bir itirazı var. Geçenlerde  Kuzey Amerika’daki saygın ve çatı İslami kuruluş olan ISNA (Islamic Society of North America) konvansiyonuna gelip konuşması bile ciddi bir tavırken, Müslümanları savunması ve Keşmir meselesindeki cesur tavrını kaydedelim.

Kazanması halinde oldukça sıra dışı bir başkan olacağı kesin. Asıl soru şu: Ortadoğu’daki mevcut karmaşada ve Amerika ile ilişkilerin günübirlik seyrettiği bir dönemde,  prensipler üzerinden hareket edeceğini belli etmiş olan Sanders’ın seçilmesi halinde  Türkiye’yi dış politikada ne bekliyor olacak?