İyi insanlardık biz. İyi şeyler düşünüyorduk. İyiydik. Sabahları
erken kalkıp, buz gibi suyla yüzlerimizi yıkıyorduk. Tenimizde bir
bayram havası. Biraz bundandı sanırım, her günü bayram
biliyorduk.
Günaydın diyorduk bakkala işe giderken. Fırıncıya, dönerciye,
mahallenin ciğercisine günaydın diyorduk. Bazı öğlenler iş
molasında lekeli bir tabakta, ayaküstü nohut pilav yiyorduk. Oradan
buradan sohbetler ediyor, memleket ahvalini konuşuyorduk. Yakası
açılmamış fikirler üretiyorduk, pilavın yağı incecikten süzülürken
damağımızda.
İyi insanlardık biz. İyi şeyler düşünüyorduk. İyiydik.
Aşağı mahalleden olmuş, yukarı mahalleden olmuş pek bir önemi
yok, biri ölünce üzülüyorduk. Hırkamızın, ceketimizin kenarına bir
tabak sıkıştırıp; destek olsun diye çay, şeker, bulgur, mercimek
bazen de bir paket bisküvi götürüyorduk. Büyükler sevinmese bile
çocuklar seviniyordu.
Ayaklarımızda şıpıdık terlikler, akşamüstleri kapı önlerini
suluyorduk. Fonda toprak kokusu, gelenle geçenle iki lafın belini
kırıyorduk. Kırılıyordu yalnızlık. Bazen de bir demlik çayı
paylaşıyorduk, sıkılıyordu ölüm. Zamanı kendi batağında
boğuyorduk.
İyi insanlardık biz. İyi şeyler düşünüyorduk. İyiydik. Sevinmeyi
de üzülmeyi de biliyorduk, zamanı küçük parçalara bölmeden önce.
Geçmişin de geleceğin de anda olduğunu biliyorduk. Bilginin
bereketiyle mayaladığımız anı çoğaltıyorduk mısralarda. Sevgilinin
gözlerinden denizler doğuruyorduk. Büyülüyorduk dünyayı. İçimizde
peygamber sevinci, parlatıp parlatıp güneşe tutuyorduk aynayı.