Ömrümüz geçti, normal bir seçim süreci yaşayamadık.
Kendimi bildim bileli her seçim “Türkiye için çok
önemli bir kavşak” olarak nitelendi.
Seçimler, ya ‘dava için’ çok önemli oluyor ya
da ülke için. Ya ‘öteki’ kazanmasın diye birlik
çağrısı yapılır ya da ‘davamız için’ oylar
bölünmesin diye.
Her seferinde oylarımızı ya birinden kurtulmak, ya da birinin
gelişini engellemek için kullandık.
Bugüne kadar hep, insanları değil; fikirleri, ideolojileri
yarıştırdık.
Davalarımızı, ideolojilerimizi düşünmekten ülkemizi
düşünemedik.
Ama hiçbir seçimden sonra da ne ülke bölündü ne de bütünüyle
birlik oldu.
Her seçimin sonunda Türkiye değil ama, bizi ‘dava
için’, ‘vatan için’ diyerek yanına
çağıranlar kazandı.
Çünkü ülkemizin geldiği durum ortada. Şehirlerimiz, yaşam
alanlarımız, birlik ve bütünlüğümüz, itibarımız pek parlak değil.
Yüzümüzü ağartacak bir tablo yok.
Ne huzurumuz var ne de birlik, bütünlüğümüz. Kardeşlik
duygularımız iflas etmiş.
Bu sefer de aynısı yapılıyor. Bir kesim bizi iktidardan
kurtulmak için yanına çağırıyor. Diğer kesim ise Türkiye’nin
kurtuluşunu bugünkü iktidarın varlığını sürdürmesine bağlıyor.
Hırsızlıkla itham ettikleri bir liderden kurtulmak için bizi
yolsuzluklarıyla ün yapmış başka bir adaya destek vermeye
çağırıyorlar.
Diğer taraftan dinin, dindarlığın itibarına en ağır darbeyi
indirmiş bir lidere “İslam dünyasının kurtuluşu
için” destek olmamızı istiyorlar.
Aslında hepsi yine kendi gemisini yüzdürmek için bizi yanına
çağırıyor.
Bu seçimi Tayyip Erdoğan’dan kurtulma fırsatı olarak
gösterenlerin de, Erdoğan’a destek vermeyi Türkiye’nin ve İslam
davasının kurtuluşu olarak görenlerin de asıl amacı başka.
Onlar, kendi kurtuluşlarını ideolojik kazanımlarına
bağlamışlar.
Kaldı ki bir önceki seçimlerde Tayyip Erdoğan’ı, diğerlerinden
kurtulmak için bize sundular. Şimdi de Tayyip Erdoğan’dan
kurtulmayı tek kriter yapıyorlar.
Bu kısır döngü daha ne kadar devam edecek?
Daha önce de söylemiştim: Aydınların, gazetecilerin, yazarların
görevi; kişileri savunmak, kimin iktidar olacağını belirlemek ve
insanları bir liderin arkasında toplamak değildir.
Aydınların görevi değerleri savunmak, doğruları anlatmak, olup
biteni netlikle topluma göstermektir.
Fakat bizde öyle olmuyor. Bizde her kampın, her ideolojinin
aydını toplumu kendi mahallesine desteğe çağırıyor.
Mensubu olduğu ideolojinin iktidarını bize ulusal
kurtuluş olarak sunuyor.
Aslında her partide oy verilmeye değer adaylar var. Bu
çağda parti taassubunu kırmış olmamız gerek.
Bir kez olsun fikirlere değil kişiliklere göre hareket
edelim. Kabiliyetli, iş bitirici oluşundan çok dürüstlüğe ve
yüksek ahlaka bakalım. Bari bu seçimde parti ayrımı yapmadan
kendi ilimizde en değerli gördüğümüz adaya destek verelim.
Bir kez olsun bu ideolojik saplantılarımızdan kurtulup çocuklarımız
için sandığa gidelim.
Bilge şahsiyet Aliya Izzetbegoviç’in güzel bir sözü var:
Dürüst olan ile kabiliyetli olan arasında bir tercih yapmak
durumunda kalırsanız, tercihinizi dürüst olandan yana kullanın.
Benim için esas olan hangi görüşten, hangi dinden,
hangi mezhepten, hangi ideolojiden olduğu değil, ne kadar dürüst
olduğudur.
Ya dürüstlüğüne inandığımız aday yoksa?
Medyanın, iş dünyasının, toplumun bu kadar baskı altına alındığı
bir ortamda oynanan demokrasi oyununa katılmayı
düşünmüyorum.
Duygularımı başkalarının iktidar oyununa malzeme yapmaya niyetim
yok.
Bilmem anlatabildim mi?
twitter.com/acikcenk