Huzurun eli iğneli çocuklarıdır onlar. Gözleri fıldır fıldır.
İçinize işleyen bakışlarında hep bir hinlik saklarlar.
Hissedersiniz, lakin ifade edemezsiniz. “Bir şey var,” dersiniz
“bir şey, onda beni rahatsız eden”. Olmadık gecelerde rüyalarınıza
girerler. Kısılmış, kötülük dolu gözleriyle nefes dahi alamadığınız
bir kâbusa dönüşüverirler.
Huzurun eli iğneli çocuklarıdır onlar. Huzursuzluğu silinmeyen
bir boya gibi siyah, kötülüğün dev fırçalarıyla her yere yaymak
isterler.
Apartmanınızın kapıcısı olurlar bazen. Sütü ve ekmeği suratınıza
çarpar gibi uzatırlar. Ne zaman merdivenleri yıkasalar, kıpır kıpır
kıpırdayan dudaklarıyla durmadan bir şeyler mırıldanırlar. Es kaza
tam da o saatte çıkmanız gerektiyse, içinizi bir huzursuzluk
kaplar. Şanslıysanız bir günaydın sözüyle geçip gidersiniz
yanlarından. Değilseniz, “Daha şimdi sildim buraları, kirletmesene
kardeşim” diye bağıran yan bakışının hapsinde ayaklarınız
basacakları yeri şaşarlar, bir öksürük sesiyle kayırıverirsiniz ve
huzurunuz hop yere düşer.
Bazen de yönetici olurlar apartmanlarınızda ya da iş
yerlerinizde. Güç, huzurlarına batar. Huysuzlaşırlar.
Çığırtkanlaşırlar. Ağzınızın tadı gün be gün irtifa kaybeder.
Aidatlar ya da imza çizelgeleri kontrolsüzce büyüyen dev örümcekler
gibi her yerde karşınıza çıkar. İletişim kurmak için harcadığınız
çaba ve kelimeler fırça, aşağılanma, soyutlanma, yadırganma,
küçümsenme ve daha pek çok “me, ma” olarak size geri döner. Yaşama
sevinciniz, yerini sevmeyen bir çiçek gibi hızla solar.
Huzurun eli iğneli çocuklarıdır onlar. Herhangi bir yerde
herhangi bir zamanda ayrık otu gibi karşınıza çıkarlar. İş
arkadaşınız oldukları da olur. Yol arkadaşınız oldukları da.
Temkinli, inceleyen bakışları ile tedirgin edicidirler. Tek kelime
etmeden, sırf orada olduğunuz için, sırf onlarla olduğunuz için
aldığınız nefesi dahi eleştirebilirler. Ne yapsanız memnun
edemezsiniz. Ak sütün içinde görecekleri bir ak tüyü mutlaka
bulurlar. Bulamazlarsa da gözlerine ilişen ilk çöpü çaktırmadan
içine atıverirler.
Huzurun eli iğneli çocuklarıdır onlar. Göğüs kafeslerinin
gerisinde ihmal edilmiş, ihtiyaçları karşılanmamış, hor görülmüş,
bazen de eziyet edilmiş örselenmiş, öfkelenmiş, yenilmiş bir yürek
taşırlar. O yüzden güvenmezler. O yüzden sevmezler. O yüzden
gülmezler. O yüzden tedavisi hayli güç, adına öç denen gizli,
amansız bir hastalığa tutulurlar. Ne mutlu olurlar ne de mutlu
ederler.
Huzurun eli iğneli çocuklarıdır onlar.