Uzun ince bir koridor. Kenarları eskitme taştan. Sağlı sollu
dükkânlar. Önlerinde yüzleri nasırlı insanlar deviniyor. Eski ve
kirli çaputlar içinde hayata şanssız doğmuş bir çocuk, annesinin
eteklerine fırlatılan bozukluklara bakıyor. Gülüyor, üşümüş
yanakları nar pembesi. Bunu bir çeşit oyun sanıyor.
Bir kadın yüzünü buruşturuyor geçerken. Kemik rengi, nubuk
çizmesinin içindeki ayağı kırılacakmış gibi duruyor. Boynundan
göğsüne doğru sarkan tilki kürkü yakasına dokunuyor. Nasıl da
asil!
Bir an duracakmış gibi oluyor. Yüzünde bir kararsızlık dalgası.
Duruyor. Kırmızı deri eldiveninden zarif hareketlerle çıkardığı
ince parmaklarıyla küçük çantasını açıyor. Madeni birlik parlayıp
sönüyor parmakları arasında. Yüzünde tiksintiyle övünç arası bir
his, yavaşça atıyor kadının eteklerine doğru.
Kadının iri kırmızı yanakları parlıyor. Kısık gözleri bir
anlığına yüzünün üzerinde beliriyor. Sonra tıpkı madeni birlikler
gibi kırmızı şişliklerin arasında kayboluyor. Çaputlar içindeki
çocuk keyifle gülüyor.
Şişman, zayıf, sarışın, esmer, yaşlı, genç bir sürü yalnızlık
aynı anda gülüyor. Ürperiyor koridor. Bu kadar çok kahkahaya
nadiren ev sahipliği yapıyor. Kirli kulaklarını açıp kapatıyor
yavaşça. Yeni duruma alışmaya çalışıyor.
Işıltılı küçük dükkânların önlerine üşüşüyor yalnızlıklar.
Gözleri büyüyor. Kimi haki deri bir çizme, kimi çiçek desenli yüzde
seksen yünlü elbise, kimi yaz mevsimini özlemiş erkenci bir güneş
gözlüğüne dönüşüyor.
Geriniyor koridor. Ağzında kanamalı bir emzik. Şimdiyi
emiyor.