“Sabahın sızısı bir başkadır bu şehirde” diyor adam hızlı hızlı
yürürken yanındaki kadına. "Nasıl yani" der gibi bakıyor kadın
fındık kahvesi gözlerini adamın gözlerine dikerek.
“Yani” diyor adam çabuk alınmış bir nefesi bırakırken dışarıya.
"Kalabalık büyüdükçe, büyüyor sokağın sıkıntısı da. Derinleşen bir
yara gibi dağılıyor hayat. Sesler çoğaldıkça yaklaşıyor birbirine,
lakin anlam uzaklaşıyor. Anlam uzaklaştıkça da insanlar
uzaklaşıyorlar birbirlerinden. Ve her biri kendi yarasının içinde
boğuluyor.”
Kadınının irileşen gözlerinin ta içine bakarak sürdürüyor
konuşmasını. "Aslında kimse nefes almıyor bu şehirde, şehir nefes
almıyor. Aynı nehirde yuvarlanan taşlar gibi birbirinden habersiz,
yuvarlanıp gidiyor."
Adamın söylediklerini anlamaya çalışır gibi etrafına baktı
kadın. Sonra siyah kabanının cebinden çıkardığı kenarında gül
figürü bulunan örme şapkayı geçirdi başına. Hohladığı ellerini
duvarın dibine bıraktıkları çuvala daldırdı. Eski bir sofra bezi
çıkarıp serdi yere. Sonra bir tane daha. Adam çuvaldan çıkardığı
çorap, kaşkol, eldiven ve iç çamaşırlarını hızla dizmeye başladı
örtülerin üzerine.