Kenan Evren’in hatalarında ısrar etmek

Evren rejiminin 40 yıl önce yapılandırdığı sistemin hatalarında ısrarın hiçbir rasyonel sebebi yok. 40 yıldır devam eden hataların bir kısmını bugün sonlandırmak için basit bir yasal düzenleme yeterli olacaktır.

Muhammet Şakiroğlu msakiroglu@gmail.com

Türkiye’deki yükseköğretimin kanuni çerçevesi 1982 Anayasasının 130 ve 131. maddeleri ile çizilmişken idari yapısı çok büyük oranda 1981 tarihli 2547 sayılı kanun ile oluşturulmuştur. Üniversitelerde istihdam edilmiş akademik personelin özlük hakları ise 1983 tarihli 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunu ile düzenlenmiştir.

1980 askeri darbesinin komutanı olan Kenan Evren’in kaptanlığında yeniden yapılandırılan yükseköğretimde en temel sorun, yüksek oranda merkezi kontrol öngörülerek yapılandırılmış olmasıydı. Üniversiteler merkezde YÖK’ün bulunduğu bir sistemle idare edilecek şekilde kurgulanmıştır. O dönemde 19 üniversiteden 27 üniversiteye çıkarılan bir yükseköğretim sistemi öngörülerek oluşturulmuş bu merkezi kurum. Zamanında 250 bin civarında öğrenci ve 20 binin altında öğretim elemanı ile butik bir yükseköğretim sistemine göre tasarlanmış bir model.

Oysa şimdilerde 176 bin öğretim elemanı ve 8 milyona yaklaşan öğrenci sayısı ile devasa bir yükseköğretim sistemine sahibiz. Günün şartlarında ve politik ikliminde yürütülebilir olan sistem, bu rakamlarla ve mevcut teşkilat yapısı ve mevzuatı ile merkezden yürütülemeyecek noktayı çoktan aşmıştır.

Her gün geleneksel ve sosyal medyada gündem olan yükseköğretime dair usulsüzlükler ve sorunlar, koordinasyon ve denetleme yetersizliğinin yani sistemsel bir sorunun ayyuka çıkmasından başka bir şey değil.  

Ayrıca 1980lerin paradigması ile uluslararasılaşma perspektifinden uzak bir şekilde tasarlanan yükseköğretim, bu sınırlamadan dolayı yabancı öğretim elemanı istihdamında da öğrenci kapasitesinde de zayıf kalmaktadır.

Bu temel sorunların dışında teknik anlamda birçok eksik ve aksak nokta bulunuyor. Bu sorunlu noktaların bazıları zamanla yasal düzenlemeler yoluyla iyileştirilmiş ise de büyük çoğunluğu hala ortada duruyor.

Yani kuruluşundan bu yana hiç el değmemiş yığınla yanlış ve sakıncalı uygulama da olduğu gibi sürdürülüyor. Bu uygulamaların başında akademik personel alımlarında keyfiliği doğuran mevcut akademik yükselme prosedürü geliyor.

Normalde yükselmeyi hak etmiş akademik personelin kurum içerisinde basit bir prosedür ile halledilecek olan işlemleri, yeni kadro ilanı yapılmış gibi her seferinde ülke çapında ilan yoluna gidilerek karmaşıklaştırılıyor.

Bu yanlış uygulama yüzünden açılan ilanların yükselme mi yoksa yeni atama mı olduğu bilinemiyor. Bu sebeple de nitelikli ve hakkaniyetli akademik personel istihdamı yapılamıyor.

Örneğin ÜAK tarafından Doçent unvanı almış bir Doktor Öğretim Üyesinin çalıştığı üniversitede doçent kadrosuna atanabilmesi için o üniversite tarafından yeni bir doçent alınıyormuş ilana çıkılması zorunlu. Yani hak ettiği ve unvanı aldığı halde o kadro için ulusal bir yarışa girmeye zorlanıyor. Bu sorunun çözümü için ise kişiyi tarif eden ilanlar çıkıyor.  

Akademik yükselme sürecine dair bu saçmalığı bilmeyenler ise yükseköğretimde bu ‘kişi tarif eden kadroları’ anlamlandıramıyor.

Daha önce birkaç defa yazdığım gibi sorunun çözümü, yükselmeyi hak etmiş akademik personelin kurum içerisinde gerekli incelemeler yapıldıktan sonra otomatik yükseltilmesi. Ondan sonra ilana çıkılan her kadronun gerçekte bir akademik personel arayışı olduğu ortaya çıkar.

Yükseköğretim sistemi de bu “mış gibi yapma” saçmalığından kurtulur.

Türkiye’de henüz yeni bir anayasa yapılmamış olsa bile sistemde her türlü değişiklik denendi ve deneniyor.  Yükseköğretim sisteminde değişiklik noktasındaki karasızlık tuhaf. Evren rejiminin 40 yıl önce yapılandırdığı sistemin hatalarında ısrarın hiçbir rasyonel sebebi yok. 40 yıldır devam eden hataları bugün sonlandırmak için basit bir yasal düzenleme yeterli olacaktır.