Evet evet, tıpkı bir kelebek gibi varlığı bir anlığına hoşnut
ediyor sizi. Kelebek kanatlarının o narin yapısı. O narin yapı
üzerindeki göz alıcı benekler. Ve içinizi uçuşturan uçabilme
duygusu.
Oyuncuların harcadığı olağanüstü çaba. Sahnelerde oluşturulmaya
çalışılmış gerçeklik duygusu. Tarihin karanlıkta kalmış bir yanına
ışık tutma çabası. Ve en çok, evet en çok şairlerin yazma
tutkusu.
Bütün bu ayrıntılar hoşuna gidiyor insanın. Koltuğunuza iyice
yerleşip, güzel bir film izlemeye hazırlıyorsunuz kendinizi.
Film Mükellefiyet Kanunu ile başlıyor. İlk kez 1867’de
Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan kanun, gerektiğinde kişilerin
devletin öngöreceği işlerde zorla çalıştırılmasına izin
vermektedir. Ekonomik buhranın iyice kendini hissettirdiği
1940’larda bu kanun bir kez daha uygulamaya konur.
Film bu uygulamaya maruz kalan maden işçilerinin dramıyla
başlıyor. İşçilerin makyajı, beden dilleri, sahne, çekim kalitesi
oldukça güzel olsa da hiçbir tepkide bulunmayan maden işçilerine
karşı askerlerin abartılmış saldırganlığı yapaylık tadı
veriyor.
Sonra şairler giriyor devreye. Biri elektrik direklerinin
bakımıyla uğraşıyor. Diğeri maden ocağında çıkarılan kömür
miktarının kaydını tutuyor.
Kıvanç Tatlıtuğ’un da Mert Fırat’ın da oyunculukları göz
dolduruyor. Zayıflıkları, doğallıkları ve gayretleri karakterlere
samimi bir sahicilik katıyor. Ansızın esas kız giriyor sahneye.
Filmin geneli içinde bir yere oturtamadığımız, aşkının samimiliğini
bir türlü anlayamadığımız, sevimli ama yapay bir karakter
çiziyor.
Zorunlu maden işçilerinin dramı, kıyısından köşesinden
gördüğümüz dans balosunu temsil ettiği haksız lüks yaşam, yerel
halkın fakirliği, sağlık sisteminin acizliği, tutkulu iki şairin
yoksunluklar içindeki yazma serüveni ve tüm bunlar içinde kaybolmuş
iki imkânsız aşk öyküsü.
Parçalanmışlık hissi. Çoklu mesaj kaygısıyla katledilmiş güzel
bir bakış açısı! Ve aniden kaybolan büyü.
Keşke filmi oluşturan tek bir sorun üzerinden yürüseydi hikâye
demekten alamıyorsunuz kendinizi. Maden işçilerinin dramının sosyal
ve toplumsal yönü içinde pişseydi aşklar. Duvarın arkasında kalan
hislerine daha çok tercüman olabilseydi.
Kopuk kopuk hislerde kaybetmeseydi seyirci yolunu.