Türkiye’de yeni gündem hukuk reformu ve kulislerden sızan
bilgilere bakılırsa yükseköğretim reformu da öngörülüyor. YÖK’ün
olmadığı yeni bir sistemin hedeflendiğine dair iddialar da medyada
ve sosyal medyada gündem oldu.
Hukuk ve anayasa reformunu konuşmak için çok erken olduğunun
farkındayım. Zira henüz değişikliğin mahiyeti ve boyutları ile
ilgili taslak(lar) deklere edilmedi ve Türkiye’de kulis
bilgilerinin güvenilir olmadığını çokça tecrübe ettik.
Yükseköğretim sisteminin bu haliyle bir dizi sorun ile malul
olduğunu epeydir yazıyorum. Şu an devam eden Boğaziçi Üniversitesi
krizi de aslında yükseköğretimdeki kronik sorunların el yordamı ile
düzeltme çabalarının doğal sonucu.
Üniversiteler ve yükseköğretime dair yasal mevzuatta var olan
sıkıntılar idare edilemediğinde müdahaleler ile ıslah yapılmaya
çalışılıyor. Bu müdahalelerde bir taraftan kaş yapılırken diğer
taraftan gözün terazisi bozuluyor ve her seferinde başka bir kriz
noktası ortaya çıkıyor. Oysa sorunun ana kaynağı 1980 darbesinden
bize miras kalan yükseköğretim sistemi. Bu da esasında
yükseköğretim sisteminin özerkliğine dair bakış açımızın ve de
yönetim anlayışımızın çarpıklığının sürekli olarak karşımıza
çıkmasından başka bir şey değil.
Daha somut konuşacak olursak, Boğaziçi Üniversitesinde yaşanan
kriz aslında rektörlük atama prosedürlerinde gerçekleştirilen
değişikliğin oluşturduğu bir sorun. Rektörler daha önce önseçim ile
belirlenen ve YÖK tarafından elemeden geçirilen adaylar arasında
Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. Yeni sistemde ise doğrudan
Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Dolaysısıyla eski sistemde
üniversite içerisinden belli bir oy almaları bekleniyordu
adaylardan. Yer yer bu teamülün dışına çıkılıyorduysa da bu
genelde riayet edilen bir gelenek idi.
Yukarıda kısaca anlattığım sistemin oldukça vahim kusurları
vardı. Üniversite içerisinde kutuplaşmalara sebep olan ve genç
akademisyenler üzerinde çokça baskı üreten bir düzenden
bahsediyoruz. Yükseköğretim reform tartışmalarının hemen hepsinde
ilk sırada bu rektör atama sisteminin ıslahı geliyordu.
Mevcut doğrudan atama sisteminin de kendi içinde sakıncaları
ortaya çıkmaya başladı. YÖK yapılandırılmasından kaynaklanan
sorunlardan dolayı rektör üniversitede tek ve mutlak yetkili
durumunda ve diğer yöneticileri ve kurulları tek başına
şekillendirmekte. Eskiden seçimin gölgesinde bu yetkileri paylaşmak
zorunda kalıyordu rektörler. Yeni sistemde ise bu yetkiyi kimse ile
paylaşma ihtiyacı hissetmemekteler. Bu da üniversitede
akademik ve örgütsel özerkliğe dair ciddi sorunlar ortaya
çıkarıyor.
Eğer iddia edildiği gibi yeni anayasa çalışmalarında
yükseköğretime dair düzenlemeler öngörülmekte ise işe yükseköğretim
sisteminin derli toplu bir fotoğrafını çekmek ile başlanmalı.
Özellikle yükseköğretimde özerklik konusu günlük siyasi
tartışmaların ve çekişmelerin uzağında, dünyadaki benzer sistemler
ile karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmeli.
Aslında bunun için çok değerli Türkçe kaynaklar zaten mevcut.
Doç. Dr. Zafer Çelik ve Doç. Dr. Bekir Gür tarafından 2014 yılında
Yükseköğretim ve Bilim Dergisi’nde yayımlanan “Yükseköğretim
Sistemlerinin Yönetimi ve Üniversite Özerkliği: Küresel Eğilimler
ve Türkiye Örneği” adlı çalışmada Rektör atamaları ve üniversite
özerkliği, OECD ve Avrupa ülke örneklerinden yola çıkarak
karşılaştırmalı bir şekilde analiz edilmiştir. Bu ve benzeri
çalışmalar ışığında daha sürdürülebilir ve özerk bir model
geliştirilmeli.
Şu dakikaya kadar oldukça kötü idare edilen Boğaziçi
Üniversitesi rektörlük atama krizinden doğru dersler çıkarırsak
ülkeye ve yükseköğretime dair güzel işler için bir başlangıç yapma
şansımız olur.