Kafesten kafese uçuyor kuşlar. Her kafeste biraz daha eksik. Her
kafeste biraz daha kör. Ve kendi kafesine âşık yürekler, parçalanma
pahasına duvarlara çarpmıyor.
Kanat benim neyime? diyor tin. Neme gerek uçmadığım diyarlar?
Duvarlar, oyalanmanın bin bir resmiyle süslü. Plastik kokulu, pembe
yüzlü ağaçlar. Ve gerçeğin tahtını çoktan ele geçirmiş
yanılsamalar, alternatif bir dünya sunuyor, badem çiçeklerinin
kokusundan uzak. Kanıyor zihin ve bir kale daha kaybediyor.
Ve toprağından habersiz bir nehir kanıyor göğün altında.
Sularında demir tadı. Pusulasını yitirdiği denizini arıyor.
Bir ihtimal, Ankara’nın yıldızları kadar zayıf ve silik.
Toprağın, hâlâ pembe böğrünü dürtüyor. Duvarların dışından bir
resim incecik ellerinde. Tinin kaybettiği, mevzilerini
gösteriyor.
Ve toprağından habersiz bir nehir kanıyor göğün
altında. Sularında demir tadı. Pusulasını yitirdiği denizini
arıyor.
Eşyadan önce ve eşyadan sonra diyor duvarlar. Çağ kapandı, çağ
açıldı sözün plastikleştiği yerde. Şimdi bütün gerçeklik camdan bir
duvarın soluk yüzünde.
Gözlerime iyi bakınız evlatlarım. Gözlerime, avunmanın bütün
silahlarını kuşanmış ve geçici teselliler karşılığında en
kıymetlinizi, yaşam sevincinizi satın almış gözlerime. Ve
kalınlaştırın kafeslerinizin duvarlarını. Ben süslerim, plastiğin
en canlı renkleriyle.
Kafesten kafese uçuyor kuşlar. Her kafeste biraz daha eksik. Her
kafeste biraz daha kör. Ve kendi kafesine âşık yürekler, parçalanma
pahasına duvarlara çarpmıyor.
Duvarların ardında yalın kılıç zaman. Yaşanmamış hayatları
devşiriyor. Dökülüyor çiçekler. İlkbahar, yaz, sonbahar, kış; kanat
sesleri olmadan gelip geçiyor.