Mobil internetin yaygınlaşması ile herkes her konuda kamuya açık
fikir beyan etme özgürlüğüne kavuştu. Bu toplumsal eğilimleri
anlamada çok ciddi avantajlar sunmakla beraber çok büyük bir
yanlışın yaygınlaşmasına da sebep oldu.
Bilgi ve uzman değersizleşti.
Hemen her konuda birkaç cümle okumak için cep telefonundaki bir
arama motoruna iki adet anahtar kelime yazmak yetiyor. Ukalalığın
çok yaygın olduğu kültürlerde bu eğilime sahip kişilere gün
doğuyor. İlgili konu üzerine kısa sloganlar okuyan herkes
konuda uzmanmış gibi davranmaktan çekinmiyor.
Maalesef bu furya her konunun uzmanı televizyon fenomenleri ile
başladı. Bu televizyon müdavimlerinin çok önemli bir kısmının
akademik unvanları da var. Her konuda fikir beyan eden bu kişiler,
kendi uzmanlık alanları dışında kalan konularda apaçık yanlış olan
bilgileri herhangi bir doğrulama işlemine tabi tutmadan
dillendirince söylemlerinin de bilgilerinin de unvanlarının da bir
değeri kalmadı. Ayrıca uzmanlıkların ve unvanların ideolojik
tartışmalarda kalkan olarak da kullanılması, durumu daha da
kötüleştirdi.
Geçen hafta bir televizyon programında petrol uzmanı bir
mühendisle tartışan rektörün konu ile ilgili cehaletine
aldırmaksızın konuşmaya devam etmesi ve mühendisi gayrı-milli ilan
edip aşağılamaya çalışması meselenin nereye kadar geldiğinin en son
örneği.
Maalesef bu tavır şimdi daha yaygın bir tabana sahip. Bir salgın
hastalık uzmanın sosyal medyada konusuyla ilgili paylaşımına itiraz
eden manav bile gördüm.
Bu tavrın yaygınlaşmasına sebep olan birkaç temel yanlışlık
var.
Bunlardan ilki, ideolojik/politik taraf olma kaygısının çok
abartılması. Türkiye’deki mevcut atmosferde her birey kendi
mahallesini her konuda olabildiğince doğru ve haklı görüyor ve her
dem taraf tutmak zorunda hissediyor kendini. Hepimizin politik
fikirleri var ve fikirlerimize yakın insanlara kulak kabartıyoruz.
Fikirlerimize karşı olan düşüncelere karşı da bir önyargımız var.
Buraya kadar her şey normal. Ancak tartışmalarda rakip
pozisyonundaki kişilerin bilgi vererek ikna etmeye çalışması
karşısında ikna olmamak için bilgiyi inkâr/uzmanı reddetme eğilimi
ortaya çıkıyor. Ayrıca bu keskin atmosferde her konu ve her söz
kimin kime gol attığı şablonu ile okunuyor. Dolayısıyla uzmanlık da
doğru ve nitelikli bilgi de yukarıdaki politik atmosferde
değersizleşiyor/anlamsızlaşıyor.
İkinci önemli sorun özgüven patlaması. Sosyal medyada, internet
medyasının yorum alanlarında ve günlük diyaloglarda birkaç kelime
ile tartışmalara katılmanın entelektüel bir maliyeti yok.
Diyaloglara bilgi ve emek sunmanın etik yükü zaten uzun süredir
kenara atılmış durumda. Tartışmaların eşik seviyesi ise hemen her
konuda çok aşağıda seyrediyor. Doğal olarak herkes telefon
ekranından iki cümle ile her tartışmaya dahil olabilme lüksünü
yetkinlik olarak algılıyor.
Diğer sorun ise hayatı slogan olarak yaşama eğilimi. Sloganların
doğrulanmaya, uzmanlığa ihtiyacı yoktur. Koca koca yanlışlar,
haksızlıklar, eksiklikler sloganların arkasına gizlenebilmektedir.
Kimse tercihini bilgiye veya uzmanlara dayandırma ve rasyonel
olarak ifade etme ihtiyacı duymuyor, herkes araya slogan
sıkıştırarak durumu idare edebiliyor. İdeolojik veya politik
olmayan konularda, hatta inançla alakalı konularda slogan, bilgi ve
uzmanlığa tercih ediliyor. Türkiye’de meşhur hadis profesörlerinden
birinin tartışma konusu bir hadisin sahihliği ile ilgili bilgi ve
delilerine kıymeti ve unvanı kendinden menkul bir hocanın
“peygamber ve hadis düşmanı” sloganı ile karşılık vermesi, konuyla
ilgili basit bir örnek sadece.
Peki, bilgi ve uzman bu kadar değersizleşirse ne kaybederiz?
Çok şey kaybederiz. Birisi ise şu:
Toplumun, devletin ve düzenin doğru işlemesi için bilgi ve
uzmanlık vazgeçilmezdir. Liyakat ve ehliyet kavramları tam da bu
konuyla doğrudan ilişkili. Bir toplumda bilgi ve uzmanlık
değersizleşirse görev/makam doğru kişiye teslim edilmez. Göreve hak
eden gelmez, istihdamda adalet sağlanmaz.
Son zamanlarda ülkenin temel sorunları ile ilgili yapılan tüm
anketlerde kamuda ehliyet ve liyakat sorunu, en önemli sorunların
başında çıkmakta.
Toplum olarak uzmanlık ve bilgiye gerekli değeri
vermezsek, ehliyet ve liyakat konusunda şikâyetçi olma
hakkımız da olamaz.