Telefon dinlemeleri denince hepimizi aklına
“Başkalarının Hayatı” filmi gelir. Gizli
dinlemeden bahseden bir başyapıttır.
Son dönemlerde Türkiye’de yaşanan olayların
“Başkalarının Hayatı” filminde anlatılanlardan
geri kalır tarafı yok.
En son, 7 bin kişinin gizlice dinlendiği yansıdı medyaya.
Dinlenenler arasında ben de varım.
Başkalarının hayatına, mahremine girilmesine şiddetle karşıyım.
Özel hayatımıza; çocuklarımızla, eşimizle, arkadaşlarımızla olan
konuşmalarımıza birilerinin gizlice kulak vermesi
edepsizliktir.
Vahşiliktir, ahlaksızlıktır, sefilliktir. En önemlisi de
pespaye ruhlu insanlara özgü bir davranıştır.
Dinleyenleri şiddetle kınıyorum…
***
Fakat ben meselenin başka bir yönüyle ilgiliyim.
Adımı listede gördüğüm andan itibaren neler hissettim, sizinle
paylaşmak istiyorum.
Kendimi küçük bir de özeleştiriye tabi tuttum.
Beni dinledikleri için Gülen Cemaati’ne veyahut diğer odaklara
teşekkür edecek değilim.
Toplumda bu derece rahatsızlık hatta infial uyandıran bir konuda
özeleştiriye girişmek belki size biraz tuhaf gelecek, ama bunu
yazmak istiyorum.
2011’den beri dinleniyormuşum. O günden beri yaptığım telefon
konuşmalarını zihnimde şöyle bir taradım.
Yolsuzluğa bulaşmamıştım, ihaleye fesat
karıştırmamıştım, haksız bir kazanç elde etme çabam yoktu. Üstelik
dinleyenlerin beklediği gibi bir örgüte de mensup
değildim.
Ama özel konuşmalarımı hatırlayınca, durumumun pek de parlak
olmadığını anladım.
Uzun uzun düşündüm: Acaba kamuoyuna lanse ettiğim kadar dürüst
biri miydim? İnsanların yüzüne ne konuşuyorsam arkalarından da
aynısını mı konuşuyordum? Kendime dışarıdan baktığımda çenesi
düşük, dedikoducu biri miydim? Her yazımda başkalarına tavsiye
ettiğim nezaket, incelik, benim özel konuşmalarımda ne kadar vardı?
Mahrem konuşmalarımda kendime olan güveni bir tarafa mı
bırakıyordum?
Bu soruların hiçbirine beni rahatlatacak bir cevap
veremedim.
Her gün eleştirdiğimiz siyasilerin toplum huzurunda ortaya
sergiledikleri üslup sorunları, galiba bizim de özel
sohbetlerimizde de az çok bulunuyor.
Özel konuşmalarımızda özensiz davranıyoruz. Yeterince nazik
olamıyoruz. Başkaları hakkında konuşmanın ayıp olduğu kuralını
görmezden geliyoruz.
Her eleştiride, dönüp kendimize de bakmamız gerek.
Ben bu olay vesilesiyle kendime baktım ve derin bir ürperti
hissettim.
Beni dinleyenleri mest etmek isterdim. “Adam o kadar
güzel konuşuyor ki bir kere başladım artık bırakamıyorum”
diyeceği türden konuşmalarımın olmasını canı gönülden arzu
ederdim.
Dinleyenlerin, beni dinledikleri için suçluluk duygusuna
kapılmalarını arzulardım.
Özel sohbetlerimde de dinlenmeye değer, sözü dinlenir biri
olmayı isterdim.
Fakat başaramamışım. Bunu, adımı o listede gördükten sonra fark
ettim.
Telefon sohbetlerim ne dinleyenlerin işine yaradı, ne de benim
işime.
Onların beklediği örgüte mensup değildim. Gelgelelim, kendime
yakışan bir düzey de tutturamamıştım.
Bu özeleştiriyi böyle edepsizce yapılan bir işin sonunda yapıyor
olmam da ayrıca utanç verici bir durum!
Bir dostuma “Ortaya çıkan tapelerde bir başka ortak
arkadaşımıza seni sert sözlerle eleştirdiğimi görsen ne
hissedersin?” diye sordum.
“Sanırım yaptın bunu, şimdi ön almaya
çalışıyorsun” diyerek işi espriye vurdu.
Fakat ses tonumu duymadığı için “İnan, senin iyiliğini
düşünerek konuşuyordum” desem bile inanır mı?
Neyse, olan olmuş. Bundan sonrası için, bu bana ders
olsun. Twitter.com/acikcenk